İnsanın farklı yaşamlar görmesi ne kadar öğretici.. Vizyon genişletici bir olay.. Herhangi bir şey benim yaptığımdan farklı şekilde de yapılabiliyormuş, benim yaptığım en güzeli en doğrusu olmayabiliyormuş.. bunu görüyor insan..
En basit yemeğinden, en derin inancına kadar… hiçbiri hakkında tek bir doğru yok.. yalnızca kendi seçimlerimiz var..
Beni heyecanlandıran şey, birinin herhangi bir şeyi benden daha üst bir bilinç seviyesinde yaptığını görmem oluyor. Bana göre bir üstü demek daha kapsayıcı olması demek. İnsana faydasının daha yüksek olması demek. Örneğin ne yediğimiz ne içtiğimiz meselesi.. insanlar bu ülkede yediklerine çok daha dikkat ediyor.. ne yediği nerede ne şekilde beslendiği belli olmayan hayvanların etlerini yemiyorlar.. Marketlerde bizim gibi açık et reyonları yok.. Hepsi paketli ve paketin üzerinde hangi çiftliğin hayvanı olduğu, neyle beslendiği yazıyor.. İnsanlar yediklerinin sağlıklarına direk etki ettiğinin artık idrakindeler.. İngiltere’de vegan sayısı 3,5 milyona çıkmış, bu da nüfusun %7’sine denk geliyor.. çok büyük bir oran. Veganlık trendinin yükselişinde İngilizler için en büyük etkenin çevreye verilen zarar ve iklim değişikliği olduğunu söylüyorlar. Şimdi bu daha üst bir bilincin idraki değil de nedir? Hayvancılığa bağlı sera gazı salınımı inanılmaz yüksek dünyada.. Ben et yememeyi geçtim kendi ülkemin insanlarının yiyecek seçerken daha bilinçli olmasını istiyorum o kadar..
Hep deriz ye, “benim bir bedenim var” diye.. bu ayırım doğru değil, yani “ben” ve “bir beden” ayırımı… aslında “ben bedenimim” dememiz daha doğru.. çünkü benden ayrı bir beden yok ortada. Zihin bu ayırımı yapıyor, kopartıyor bu bütünlüğü .. mindfulness egzersizleri kişiyi zihninden çıkartıp bedenine odaklıyor, hislerinin duyumlarının üzerine.. hiç umurumuzda olmayan hep ittiğimiz o hislerin…
Konumuza geri dönecek olursam.. insana duyulan saygı.. çok heyecanlandırıyor beni.. sokaklarda sigara içilmiyor, bir yerde bir insanla görüşmek istediğinizde dakikalarca beklemiyorsunuz o kişi hemen geliyor sizinle ilgileniyor, insanlar parklarda yeşil alanlarda bol bol vakit geçiriyorlar saygılı bir şekilde..hele otobüsler.. binmek isteyenlerin önce inecekleri beklemeleri.. tek kapı var çünkü.. müthiş birşey.. ve tabii ki çok kozmopolit bir ülke, en küçük şehirinde bile arap, suriyeli, macar, ne ararsan var, onlar da gayet güzel uyuyor tüm kurallara..
Elbette hoşuma gitmeyen de pek çok şey gördüm buralarda onları da devam eden yazıda yazayım..
Çocuk.. henüz 12 olmamış birkaç ay kalmış 12’nin bitmesine..
Anneye diyor ki, bilmem kimin oğlu Bodrum’da otel tatili yapacakmış, dersleri de hiç kendisininkiler kadar iyi değilmiş, ben de onu İngiltere’ye dil okuluna götürüyormuşum bu ne haksızlıkmış. Tatil dediğin otellerde kalmak ve hiç ders mers çalışmadan havuza denize girmekmiş.
“Bak” dedim.. “canım oğlum.. seni anlamaya çalışıyorum ve haklısın.. ama ne olur bunun gerçekten haksızlık olup olmadığına karar vermek için biraz daha bekle.. Gidelim, gelelim.. Yaşayacaklarımızı yaşayalım daha sonra tekrar konuşalım olur mu?” dedim. “Tamam” dedi..
Varacağımız yere nasıl gideceğimizi önceden çalışmıştım fakat hesapta olmayan durumlar çıktı -tabii ki çıktı 🙂 – eve varmamız tahminimizden uzun sürdü ve yorucu oldu. Neyse ki evimizi beğendik ve çocuklar yadırgamadan ilk gecemizi geçirdik.
İkinci günümüzde Can’ın okuluna giden yolu yürüdük, okulu dışarıdan gördük, biraz market alışverişi yaptık ve eve döndük. Çocukların etrafa aval aval bakarak yürümeleri, özellikle Eren’in evleri, yolları, insanları kocaman gözlerle seyretmesi beni inanılmaz derecede mutlu etti. Geliş sebebim işte tam da buydu.. Yeni insanlar, yeni mekanlar görmeleri, farklı karakterler tanımaları, yeni konuşma dilleri duymaları, farklı insan davranışları görmeleri, yeni bir havayı solumaları.. beyinlerde yeni nöral ateşlenmeler çoktan başlamıştı bile 🙂
Sonraki ilk hafta Can açısından muhteşem geçti. Kendi de inanamadı ben de beklediğimden daha çok şaşırdım.
Evet eninde sonunda bu gezi+okul’un ona katacağı şeyleri kendisinin de fark edeceğini biliyordum. Ama bu kadar çabuk olması!! :))
İlk günün sonunda onu almaya gittiğimde ondan bile daha heyecanlı olduğumu itiraf etmeliyim. Daha sonraki günler, sınava girmesi, seviyesinin belli olması, onu koydukları sınıftaki arkadaşlarıyla tanışması… Herşeyin bir anda olması ama bir o kadar uzaması…
Bir Can gördüm, her akşam okuldan çıktığında ağzı kulaklarında, gözler parlıyor, her sabah mutlulukla uyanıyor hiçbir laf söylemeden güle oynaya okula gidiyor, böyle bir Can, bu ülkede kaç sene boyunca bir gün bile bu şekilde gitmemiş okuluna :)))))
“Anne burası hiç okul gibi bir okul değil ki..” söylediği buydu. Çok da detay vermiyordu. Oyunlar, heyecan, sınıftaki özgürlük, eğlence en çok duyduğum şeyler oldu. Kış dönemi ülkenin resmi okullarında eğitim alan çocukların bu kadar eğlendiğini düşünmüyorum. Dil okulları İngiltere’nin sektördeki en büyük gelir kalemlerinden bir tanesi ve dolayısıyla giden çocukların tekrar gelmek istemeleri çok önemli. Yaz modunda hem eğlenip iyi vakit geçirecekleri hem de İngilizce konuşma pratikleri yapabilecekleri programlar oluşturmuşlar.
En büyük kazancımız neydi diye sorarsanız, bence İngilizcesini geliştirmesi değildi.
Bence biz en büyük hatayı her şeyi parçalayarak yapıyoruz hayatta. Bir kursa gidersiniz bir eğitmenden birşey öğrenmeye, ismi budur. Ama o kurs size orada anlatılanlardan daha fazla şey katar.. veya sizi bozar.. O sırada kimlerle olduğunuz, hangi ruh hallerinde olduğunuz, ilişki kurma biçimleri, belki milyonlarca girdi oluyor varlıksal alanımıza.. bizi değiştiren, geliştiren.. ama biz sadece orada anlatılanları aldık mı almadık mı diye düşünüyoruz. Hayatı ve olup biten olayları bir bütün halinde algılayamıyoruz.
Devamı vol.3’te..
Yazdıkça yazası geliyor insanın 🙂 Arkadaşım çok az anlatmışsın dedi, onun için de yazacağım uzun uzun…
2019 yılının sadece 4 haftasını geçirdiğimiz Bournemouth şehri varlığımıza belki 4 senelik deneyim kattı desem abartmış olmam.
Gitmeden önce aylarca araştırdığım, yazışıp, bağlantılar kurduğum ve sonrasında heyecanla gitmeyi beklediğim bir ülkeydi İngiltere.
Ben ve iki oğlan üç kişilik bir ekip olarak daha önce hiç görmediğim bir şehire gitmenin öncesinde heyecanı bile çok güzeldi. Sanırım böyle büyük bir değişikliğe ihtiyacım vardı..
Oğlanı bahane edip yoksa kendim için mi gidiyordum? :))
Şimdi bu yazıyı dönmemizin üzerinden yaklaşık iki ay geçtiğinde yazıyorum. O kadar bekledik bekledik, sonra gittik bir heyecanla, sonraları orada da kendimize bir düzen kurduk, günler haftalar nasıl geçti anlamadık, bir baktık ki dönmüşüz bile..
Okullar açıldı, Eren birinci sınıf heyecanıyla tanıştı, Can yeni okul binasına geçti, öğretmenler dersler değişiklikler neymiş derken işte aklıma yeni geldi kayda geçmek.
İnanılmaz, şahane, olağanüstü bir 4 haftaydı demeyeceğim elbette, dersem gerçekçi olmaz ve de gerek yok zaten. Olduğu haliyle hem keyifli hem stresli hem kızgın hem eğlenceli hem de herşeydi yani.. zaten nerede olursanız olun hayat da böyle değil mi..
İlk defa gittiğiniz bir yer, sizi alışkanlıklarınızdan vazgeçiriyor -kısa bir süre de olsa- en kıymetli olan kazandırdıklarından bir tanesi bu bence..
Sabahları yarım saatlik yürüyüşlerim mesela,
Yağmurun altında şemsiyenin altına sığışmak isteyen ben ve Can mesela, okul yolundaki şıpır şıpır ıslanan hallerimiz mesela.. (Ankara’da yağmurda yürümek zorunda kalmak? mümkün mü yani 🙂 )
Markette cins cins alkollü içeceklerin adını okuyabilmek için google translate açmak mesela..
Rutin hayat çerçevesinin dışına çıkabilirseniz bu durum sizi an’a çeker. Bu da an’lar içerisinde dolu dolu kalabilmek demektir. Çünkü biz an içerisinde kalmıyoruz maalesef otomatik pilotta yaşarken..
Tatillerin gezilerin böyle bir büyüsü oluyor o zaman.. hadi gidelim isteği oluyor, yeni bir yerde olmak algınızın (zihnin içinden çıkarak) dışarılara çevrilmesi demek… şahane bir şey… ben dolu dolu böyle yaşadım orada bu yaz.. ağaçları, yolları, bisikletlileri, denize girenleri seyrettim.. ama gerçekten seyrettim tüm duyumlarımla..
Bendeki o çok yoğun çocukları koruma refleksleri birazcık gevşeyiverdi. Ohh…
Can’ın adaptasyon kapasitesinin çoookkk genişlemesi ayrı bir yazı konusu.. İyi ki gitmişiz diyorum..
Fotoğraflardan kocaman bir kolaj yapıp buraya hatıra olarak koymalıyım…
Bir zaman önce, bize acı veren hisleri hissetmemek için çeşitli yöntemler bulmuş olabilir miyiz?
Onları hissetmemek için -gerçekten- yaşamaktan vazgeçmiş olabilir miyiz?
Bize acı veren hislerden kaçmamız bize mutluluk veren hisleri de uzaklaştırıyor olabilir mi?
Hissizlik eşittir mutsuzluk olabilir mi?
Bir iki haftadır bu hissizlik dediğim şeyin, ta içimde bir yerlerde kıpırdanmaya başladığını hissediyorum. Sanki içimde kilitlenmiş bir kutu var, almışım elime bir çekiç o kiliti kırmaya çalışıyorum…İçerde ne varsa harekete geçmiş gibi..
Hissetmeme yarayan hangi duyumlarım varsa onlara kendimi bir açayım dedim bakayım ne oluyor? Görmeyi, duymayı, koklamayı, tat almayı, dokunmayı gerçekten yapmaya karar verdim. Gerçekten hissetmeye karar verdim. Duyumlarımı kullanarak kendimi hissetmeye açmaya..
Ve bütün bunları güzellikler üzerinden hissetmeye çalışıyorum. Yani etrafımda olan biten güzel şeylere duyumlarımı açıyorum. Çiçek açmış bir kaktüse, evdeki beyaz çiçeklerin içindeki minik portakal rengi tohumlara bakıyorum.. Gökyüzündeki bulutlara odaklanıyorum. Gözlerimin takıldığı güzellikleri gerçekten görmek için kendime izin veriyorum. Muhteşem bir gün batımını tam da içindeymiş gibi hissederek izliyorum. Odamda güneşin vurduğu çam ağacımdaki değişik renk tonlarını seyrediyorum. Bir şeyi yerken damağımda hissettirdiği güzel tatlara odaklanıyorum. İlk defa tadıyormuş gibi sanki…
O kilitli kutunun içinde hangi duygular var, hangi hissetmek istemediğim duygular var acaba? Bilmiyorum ama şunu biliyorum ki,
Bu güzel hisleri tam olarak hissetmek benim o kutuyla aramda bir köprü oluşturuyor. Duyumlara izin vermek derinlerde bir şeyleri görebilmek için bir köprü vazifesi görüyor sanki..
Bugün oğlumun elini elime aldım ve tenini hissettim. O gerçek his, beni aldı başka hislere bağladı.. adını koyamadığım başka hislere.. o başka hisler de beni ağlattı..
Kiliti açabilme gücünü kazandığın zaman o kilit açılıyor.. o gücü de kazanabilmem için mutluluk hissimi çoğaltmam gerekiyor.. sonra benim muhteşem bedenimdeki muhteşem sistemim bunu kendiliğinden yapıyor, bu işin en tatlı tarafı bu..
Sabahki ağlamam yaşamaya izin vermediğim tarafımla ilgiliydi belki ve buna şimdi buna izin verebildiğim için çok mutlu oldum.
16-17.Şubat.2019 Ankara’da bir haftasonu çalışmasının ardından bende uyananları biiirr biirr yazmalıyım. 🙂
22 kişi gelmiş, aralarından bir tanesi benim. Çok kişiyiz diye bir ufak atar yaptı zihnim. Okey başlayalım bakalım dedim. Bir kadın geldi nasıl güzel bir kadın diye geçirdim içimden. Parlıyor gibi geldi. Ama o parlama magazin dergilerinin kapaklarındaki kadınların parladığı gibi bir parlama değil başka birşey..
Çocuksuluk vardı yansıttığında..
Başladı konuşmaya.. Bakıyorum anlattıklarına sonra bakıyorum yaptırdıklarına sonra tekrar tekrar bakıyorum.. not alıyorum kafa sallıyorum.. bir zihnime bakıyorum bir kalbime bakıyorum..
önce bi anlayamadım bende neyin değiştiğini neyin kıpraştığını..
anlayamıyorum hala evet hala anlayamıyorum.. çünkü anlamak üzerine bişey değildi.. 🙂
.. yeteri kadar anlamışım zaten ama olmayan olmamış yine…..
şimdi belki bu yazı da bunu anlamak istememin bir itkisi olabilir bende.. illa ki bir şekle sokup koymak için zihnime.. yılların verdiği alışkanlık tabi!
olsun ona da tamam.. yine de yazacağım.. Ne bekliyordum bu güzel kadından?
müthiş entellektüel müthiş akademik olağanüstü özenle seçilmiş kelimelerle anlatılan, zihnimin içinde wawww diyebileceğim bir bilgiler bütününü alacağım. İnsan beyni ile ilgili bilimsel gerçekleri öğreneceğim. İnsan beyninin nasıl çalıştığını idrak edeceğim. Sinir sisteminin nasıl çalıştığını idrak edeceğim. Sonra da tüm bu idrak ettiklerimle ben daha mutlu olacağım, yaşama sevincimi hissedeceğim SANIYORDUM.. 🙂 🙂
Bilgine bilgi katmak ve o bilgilerle zihninin içinde bir aydınlanma yaşayacağına inanmak ZANNI ne güçlü Allahım!
Bilgi.. senin geçmişinde yaşadığın ennn güçlü travmaların çözülmesi olabilir, niye yaşadığını hangi ihtiyacın için yaşadığını zihninde idrak edersin.. anlarsın.. ama bunu anlamak bizi daha mutlu bir insan yapıyor mu? Devamlı araştırmak, devamlı bir şeylerin peşinde koşmak, devamlı bir yapma hali içinde olmak ne kadar yorucu ne kadar tüketici… ne kadar da yetersizliği besleyici bişey..
İkinci günün sonunda bendeki durum şu şekildeydi:
Elimdeki defterde bilimsel hiçbir doğru dürüst bilgi yok… şöyle havalı sözcükler yok amigdala, frontal lob, hipotalamus falan… kendisi anlatmasına rağmen ben yazmamışım.. çünkü öyle bir anlatıyordu ki hani işin bilimsel kısmı bu bilseniz de oluururrrr bilmeseniz de olurrrr gibisinden 🙂 benim yazdıklarım şunlardı: ben travmaya odaklanmadan travmamı nasıl çözüyorum.. dikkati dışarı yönlendirmek nasıl oluyor.. öyle olunca ne oluyor vs.vs. ve en önemlisi duyumsal deneyim ne demek…
İşte bütün meselem buydu.. şu duyumsal deneyim nasıl birşey ve benim önceki yaşadıklarıma benziyor mu, farklı olarak ne yaşayacağım..
Ama yine de istemsiz bir biçimde farkında olmadan ben yaşamak istediğimi düşünürken yine zihnimin içinde biriktirmek gibi algılıyormuşum…!
Bir şeyi gerçekten yaşamak zihinde olur mu???
Bir şeyi gerçekten yaşamak kalpte olur..
Dannnn… Bu iki gün kalp odaklı bir şeyleri hissetmek adına bir devrim oldu sanki..
Hiçbir şey yapmamak ve gözünün gördüğü kulağının duyduğu tenine değen bir şeyler ile kalabilmek .. bu derece hoş olabilir mi? yani bu kadar basit ve güzel bir şeye bu kadar uzak olunabilir mi şu hayatta!
Yaşadıkları hayatın doluluğuyla önemliliğiyle kendilerine değer biçen bu insanlık için çok farklı çok yeni bir dünya diliyorum. Çünkü şifalanmak “yaparak” değil “olarak” çok mümkün..
Zamanın üzerimdeki etkisi.. Zaman içinde yaşamak. Zaman içinde değişmek. Zamandaki benim yerim. Neyi neden yaptığımı bilmemem. sonra hatırlanan anılar.. anıların üzerimdeki etkileri.. o zamanki etkileri şimdiki etkileri.. değişmek.. görememek anlayamamak işte bütün sorun bu..düşünerek anlaşılabilecek mevzu değil ki zaten..
zavallı bir düşünce formatında yaşıyorken, düşüncenin çok üzerinde akıp giden bir mevzuyu nasıl anlayabilirsin ki.
ama sahip olduğum en işlevsel şey de o.. anlayabilmek için, anlamlandırabilmek için…
o zaman başka araçlar bulmam gerekiyor. çünkü bu şekilde bu işin içinden çıkamayacağım..
Zamanın bende bıraktığı etkileri anlayabilmem için akademik hiçbir bilgi tatminkar olmuyor. sanki böyle şu dünyanın dışına çıkacağım şu hayatımın dışına çıkacağım ve orada bir güç bana gel yavrum bak sen şunu şöyle yaşadın bunun için.. bunu da böyle yaşadın o öyle olduğu için bu da böyle oldu.. gibi anlatacak. Ve ben de bunu kavrayacak bir zihin halinde olacağım ve diyeceğim ki oh be… işte bunu arıyordum.
Yani bu otomat yaşayış şekli öyle boğucu ki.. hiçbir şeyin kontrolü sende değil.. çok temel bir noktadan hayata bağlısın ve o bağ seni tutuyor çünkü sende tutmasını istiyorsun .. üstelik o nokta üzerinde de ne kadar hizmet ediyorsun şüpheli.. istiyorsun da.. ne kadar faydan oluyor onu bile bilmiyorsun.. ve öyle dar dar yaşıyorsun.. boş boş ve robotik.
Kendini beğenmiyorsun ama değiştirmeye gücün yok. Hayatını, dünyanı beğenmiyorsun ama değiştirmeye gücün yok. Sevdiğin insanlar üzerinden hayatını mutlu kılmaya çalışıyorsun ki bu da zavallı bişey..
İşte bu yukarıda yazdıklarım, dünyayı hayatı anlamlandırmaya çalışan yorgun bir zihnin izleri arkadaşlar.. Öyle otomatikleşmiş ki içinden bir anlığına çıkmak bile öyle zor ki.. Sanki hayat bundan ibaretmiş gibi devamlı bir çabanın içindesin.. ne için? Anlamlandırmak için.. çözmek için.. Çözülecek kocaman sorunlar olduğuna zihnim öyle bir inanmış ki..
Bu delice çabanın bir adım üzerinde bir anlığına kalmak ister miydin?
Var olan hiçbir şeyin anlamını bulmak istemediğin ama yine de huzurlu kalabildiğin bir an yaşamak ister miydin?..
(Köstebekkolektif.org sitesinden alıntıladığım Cengiz Başkaya’ya ait bir yazıdır.. inanılmaz sade ve herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dille yazılmış. Okuyup üzerinde düşünüp vizyonlarımızı genişletmemiz gereken alanlardan biri.. yapay zekadan bahsediyor.. doğal zeka mı daha tehlikeli yapay zeka mı sizce? )
İnsanlık, tarihinin en önemli, en etkili, en hızlı değişim sürecine girmek üzere. 18. Yüzyılın başında buharlı makinelerin icadı, demir üretiminin artması, demiryollarının yaygınlaşmasıyla birinci sanayi devrimi başladı. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren çelik üretim tekniğinin gelişmesi, elektrik, petrol ve değişik kimyasalların üretim sürecine katılması ikinci sanayi devrimi olarak tanımlandı. Seri üretim bu dönemin tipik özelliği oldu.
1970 den itibaren bilgisayar teknolojisinde,
telekomünikasyon, robotik, lazer, fiberoptik ve biyogenetikte çok hızlı
gelişmeler, internetin yaygınlaşması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması,
otomasyonun birçok alanda kullanılması üçüncü sanayi devrimi olarak kabul
edildi.
Artık dördüncü sanayi devriminin, başka
bir tanımlamayla Endüstri 4.0’ın eşiğindeyiz. Bu devrimin en önemli
belirleyicileri yapay zeka, robotik ve kuantum bilgisayarları olacak.
Bilgisayar teknolojisinin çok hızlı
ilerlemesi, yazılımların gelişmesi, otomasyonun ve robot teknolojisinin hemen
her alana girmesi çalışma yöntemlerini ve koşullarını zaten çok değiştirmiş
durumda. Çiplere yerleştirilen devre sayısı Moore Yasasına uygun olarak her 18
ayda iki katına çıktı. Geometrik bir dizi izleyerek kırk yılda iki milyon kat
arttı. Günümüzde tırnak genişliğindeki bir USB kartına gigabyte boyutunda veri
yükleniyor. Transistörler nano ölçülere kadar küçüldü. Klasik bilgisayarların
gelişmesi fiziksel sınırına dayandı. Bir üst aşamaya kuantum bilgisayarların
rutin kullanıma girmesiyle geçilecek. İşlem hızı ve kapasitesi günümüz
bilgisayarlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde artacak. Yapay zeka asıl gelişmeyi
kuantum bigisayarları kullanarak gösterecek.
Yapay zeka uygulamaları şimdiden birçok
alanda kullanılıyor. Apple’ın sesli asistanı Siri yazılımı, Microsoft’un sesli
asistanı Cortana birer yapay zeka örneği. IBM ‘in Deep Blue bilgisayarı daha
1997 de dünya satranç şampiyonu Kasparov’u yenmişti. Google’ın yapay zeka
algoritması Alpha Go, satrançta çok daha fazla hamle olasılığı bulunan Go
oyununda Çin’li dünya şampiyonu Kei Je’yi yendi. Artık farklı yapay zeka
programları arasında Go şampiyonaları düzenleniyor. IBM’in Watson projesi tıpta
değişik alanlarda kullanılıyor.
Sürücüsüz araçlar şimdiden yollarda.
Yeni nesil çamaşır makinelerinde çamaşırın ağırlığına, rengine, kirliliğine
göre en uygun programı seçen, yapay sinir ağlarının kullanıldığı bir yapay zeka
uygulaması.
Bu örnekler ortalıkta görünür olanlar.
Fakat birçok bilimsel buluşta olduğu gibi yapay zekanın da ilk önce silah
sanayiinde kullanıldığından kuşku yok. Akıllı füzeler, hedefini kendisi
belirleyip ateşleyebilen makineli tüfekler, silahlı insansız hava araçları ve
uçaklar, insansız tanklar, kendi rotalarını belirleyebilen, limanlara giriş
çıkışları kendi kendine yapabilen savaş gemileri, öldürmeye programlanmış robotlar
çoktan hazır.
Yapay zekanın olası tehlikelerine
ilişkin endişeler bu kavramın yeni oluşmakta olduğu, çalışmaların emekleme
döneminde olduğu dönemde dile getirilmeye başlandı. I. J. Good 1965 te “Eğer
biz süper zeki sistemler inşa edersek, bu insanlığın son icadı olabilir”
demişti. İngiliz fizikçi ve bilgisayar bilimleri uzmanı Stuart J Russell
gelecekte bilişim sistemleri daha da zeki olduklarında onların kapasitelerine
çok daha bağımlı olacağımızdan ve kendimizi bu sistemlerin kontrolu altına
girmiş durumda görebileceğimizden endişe duyuyor.
Bazı bilişim uzmanları kendi kendine
öğrenebilen, daha iyi donanım ve daha iyi algoritmalarla kendini yeniden dizayn
edebilen bir sistemin bir zeka patlaması göstererek ilerlemesinin çok
hızlanacağını ve çok kısa sürede insan türünün anlayamayacağı bir aşamaya
geçeğini öngörüyorlar.
Stephen Hawking, robot ve
bilgisayarların çok gelişmesinin bir noktadan sonra insanlığı tehdit eden bir
noktaya geleceğini söylemişti. Bill Gates ve Elon Musk da yapay zekadan kaygı
duyanlar arasında.
Bilimin, keşif ve icatların kötü amaçlar
için kullanılması yeni bir durum değil. Üstelik neredeyse bir kural. Yani yapay
zekanın olası tehlikeleri için endişe duyarken doğal zekanın tarih boyunca
inasanlığa, tüm canlılara ve doğaya verdiği zararları unutmamak gerekir. Yapay
zekayı şeytanlaştırmak doğal zekayı iyilik meleği gibi görmek için yeterli
değil.
İnternetin daha 60 lı yıllarda ABD
ordusunun tüm birimleri arasında en kötü koşullarda bile asla kopmayacak bir
iletişim ağı kurma çabasından (ARPANET) doğduğunu hatırlayalım. Barutun gücü
hemen silah gücüne dönüşmüştü. Uzaya çıkmayı sağlayan füze teknolojileri Nazi
Almanya’sının Londra’yı düşürülebilen savaş uçakları yerine engellenemeyecek
bir silahla vurma projesinin ürünüydü. Birkaç başarısız denemeden sonra savaşın
sonuna doğru da olsa Londra’yı vurmayı başardılar.
Atom çekirdeğinde saklı muazzam bir
enerjinin varlığının keşfedilmesinden kısa süre sonra bu bilginin hayata
geçirildiği ilk uygulama insanlıkla birlikte tüm canlıların hayatını tehdit
edecek olan atom bombası oldu. Bu müthiş silah tüm dünyaya gözdağı vermek için
savaşı zaten kaybetmiş ve teslim olmuş Japonya’da sivil bir hedefe, Hiroşima
şehrine 1945 yıl 6 ağustos günü atıldı. Tek bombayla sivil-asker, kadın -erkek,
erişkin-çocuk ayrımı yapmadan 140 bin insan öldürüldü ve aynı anda bir şehir
ortadan kaldırıldı. Tek seferde en çok insan öldürme, en büyük maddi hasarı
verme rekorları kırıldı. Radyasyonun geç etkilerine bağlı anomalili doğumlar
onyıllarca sürdü. Kanser olguları aradan üç çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen halâ
sürüyor.
Bombanın adı da pek sevimliydi; “küçük
çocuk.” Üç gün sonra Nagazaki şehrine “şişman çocuk” lakaplı ikinci bomba
atıldı ve 70 bin kişi öldü. Bu olay bilimin büyük bir başarısı olarak kabul
edildi, takdir ve hayranlıkla karşılandı. Fizik bilimindeki bir gelişme dünyada
dengeleri değiştirdi. ABD muazzam silah gücünü arkasına alarak dünyanın yeni
hakimi konumuna geldi.
Lazer teknolojisi sanayide kullanıma
başlamadan önce akla hemen ölümcül bir silah üretmek geldi. 20. Yüzyılın
başında ilk uçaklar henüz yolcu taşımaya başlamadan bombardıman için
kullanıldı. 1911 de Trablus’ta bir İtalyan askeri pilot havadan ilk bombayı
Osmanlı askerlerine attı. Hiçbir hasar veremese de bu olay İtalya’da büyük bir
coşku yarattı. Gökyüzüne yükselen insanın aklına ilk gelen yerdekileri kolayca
öldürmek fikri oldu.
Yapay zekanın önemi yaşamın bütün
alanlarını temelden değiştirme potansiyeline sahip olması. İnsanlığın
tarihindeki en büyük bilimsel girişim olarak değerlendiriliyor. Klasik
bilgisayarlar büyük ölçülerdeki verileri ve bilgileri saklayıp, istendiğinde
hızla geri çağırmaya, belirli programlama yöntemleriyle otomasyona olanak
sağlıyorlar. Fakat sisteme yüklenen verilerden daha fazlası çıktı olarak
alınamıyor. Yapay zeka daha fazlasını ifade ediyor. Deneyimlerden ve eklenen
yeni verilerden yeni sonuçlar çıkarabilen, öğrenebilen, tahminde bulunabilen,
çözümler önerebilen ve üretebilen, insan beynine benzer şekilde çalışan bir
sistem söz konusu. Bu yüzden nörobilim yapay zeka çalışmalarına büyük katkı
sağlıyor. İlginç biçimde yapay zeka çalışmalarındaki ilerlemeler de insan
beynini daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Fakat insan zekası sistemin tek
esin kaynağı değil. Hayvan davranışları ve doğanın işleyiş biçimi de incelenip değerlendiriliyor.
Başvurduğu çok sayıda bilim dalı ve
farklı disiplin var. Bilgisayar bilimleri, matematik, dilbilimi, biyoloji,
biyogenetik, fizik, kimya, psikoloji, felsefe, robot bilimi gibi.
Yapay zeka şimdiden beste ve resim
yapabiliyor, matematik kuramı geliştirebiliyor, tıbbi tanı koyabiliyor,
öğrenebiliyor ve öğretebiliyor, uçak kanadı tasarlayabiliyor, hava tahmininde
bulunabiliyor.
Bilgisayarlar görme, işitme, dokunma
duyularını çoktan kazanmıştı. Koku ve tatları ayırt etmeye yönelik çalışmalarda
da epey mesafe alındı. İnsanın sahip olduğu beş duyuyu digitalleştirilme işi
tamamlanmak üzere. Kısa sürede bu teknolojinin mobil telefonlara
sığdırılabilecek hale geleceği öngörülüyor. Facebookta yemek fotoğrafı
paylaşılırken yemeklerin tat ve kokuları da gönderilebilecek. Bu sayede dostlar
daha çok kıskanacak, düşmanlar daha şiddetli çatlayacak. Doğal dil işleme,
diller arasında çeviri yapma, sesli soruları anlayıp, konuşarak cevaplama,
dudak okuma, yüz ve retina tanıma, şaşmaz bir kesinlikle mesafe ölçme rutin
işler arasına.
Yapay zeka ve robotların yaygın
kullanımı birçok mesleği gereksiz hale getirecek. Dünya çapında yüzmilyonlarca
insan işini kaybedecek. Etkilenmiyecek hiçbir alan kalmayacak. Otomasyon kol
emeğine olan ihtiyacı azaltırken kafa emeği de birçok konuda işlevini yapay
zekaya devredecek.
Gelmekte olan yeni dalga mavi yaka,
beyaz yaka ayırımı yapmadan çalışma biçimlerini dönüştürecek. Örneğin,
zenaatların ve zenaatçıların neredeyse tümüyle ortadan kalkması kaçınılmaz
görünüyor. Üç boyutlu yazıcıların gelişip yaygınlaşmasıyla istenen heryerde en
karmaşık araçlar ve eşyalar üretilebilecek. Fabrikalarda işçiye çok az gerek
duyulacak, ya da hiç duyulmayacak. İstifleme ve yükleme işleri robotlara emanet
edilecek. Yük taşıma sürücüsüz araçlara emanet edilecek. İnşaatlar büyük ölçüde
robotlarla yapılacak.
Yapay zeka uygulamaları banka
çalışanlarını tümüyle gereksiz hale getirecek. Zaten banka şubelerine de gerek
kalmayacak. İnsansız bankacılık görünmez bankacılığa evrilecek. Çağrı merkezi
çalışanları yerlerini yapay zeka programına bırakacak.
Düşük ücretli işlerde çalışanların
işlerini kaybetmesi beklenen bir durum. Fakat en kalifiye işleri yapanlar bile
etkilenecek. Yolcu uçağı pilotluğunun herhalde en üst düzeyde eğitim, bilgi,
cesaret beceri ve tecrübe gerektiren mesleklerden biri olduğu tartışılmaz. Uçak
kalkışını tamamlayıp, olağan düzenli seyrine başladığından inişe geçtiği ana kadar
otomatik pilot zaten devreye sokuluyordu. Kalkış ve inişleri de yapay zekanın
kontrolunda büyük bir kesinlikle yapmak mümkün hale geliyor. İnsan pilota
ihtiyacı ortadan kaldırabilecek bir gelişme. Uçak üreticileri pilotluğu tümüyle
otomasyona ve yapay zekaya devretme çalışmalarında epey ilerlemiş durumda.
IBM’in yapay zeka programı Watson tıp
alanındaki uygulamalarıyla dikkat çekiyor. Örneğin, tıbbi görüntüleme
tekniklerinin tanıda kullanılmasında büyük veriden yararlanıyor. Bir radyoloji
uzmanının meslek yaşamı boyunca inceleyebileceği toplam görüntü 20 bini
geçemezken, Watson’a milyarlarca radyogram, ultrasonogtrafi, bilgisayarlı
tomografi ve MR görüntüsü yüklenebiliyor.
Sistem çok sayıda veriyi saniyeler
içinde karşılaştırıp tanıya gitmek üzere programlanmış. Tanılardaki isabet
oranı, sistemin öğrenme özelliği sayesinde giderek artıyor. Radyoloji
uzmanlarının bu gelişmelerden de yararlanarak mesleklerini daha verimli
yürütmeleri akla yatkın görünüyor. Fakat ekonomik akıl harekete geçti bile. Kâr
marjını arttırmanın en kolay yolu maliyeti azaltmak. Bir radyoloğun temel
eğitimden sonra 15 yılı bulan mesleki eğitiminin topluma maliyeti ve
hastanelerin uzmanlara ödediği ücretler hesaplandı. İstenilen sayıda
kopyalanabilen ve büyük veri desteğini arkasına alan bir yazılımın bu uzmanlara
olan gereksinimi ortadan kaldıracağı konuşulur oldu. ABD’de radyoloji uzmanlık
eğitimi için yeni asistan alınmasının durdurululması ciddi ciddi tartışılıyor.
Bu tehdit sadece radyologlarla sınırlı değil. İnsan kontrolunda robotik
cerrahi, göz ve beyin operasonları dahil cerrahinin her alanında yaygınlaşmaya
başladı. Yeni hedef cerrahı devreden tümüyle çıkarmak ve operasyonu tümüyle
yapay zekanın kontrolündeki robotun yapması.
Amerika’da Baker Hostetler adlı hukuk
bürosu IBM’ in geliştirdiği hukuk programı Ross’u işe aldı. Ross şimdilik
sadece icra-iflas davalarına bakıyor. Böyle bir uzman sistemde tüm kanunları,
tüzük ve yönetmelikleri, belli bir konudaki tüm dava dosyalarını, yüksek
mahkemelerin tüm içtihat kararlarını büyük veri olarak yüklemek mümkün. Bir
dava ile ilgili verileri toplamak, ilgili yasa maddelerini araştırmak çok zaman
alan bir iş. Birleşik Devletler’de bu işi yapmak üzere avukatlık bürolarında
çalışanlara paralegal, ya da paralawyer deniliyor. Hukuk Fakültesi öğrencileri,
yeni mezun olup avukatlık yetkisini almamış mezunlar ve meslekte yeni olan
avukatlar istihdam ediliyor. En iyi işler sıralamasında yirminci sırada yer
alan bu meslekte 260 bin kişi çalışıyor.
Uzman hukuk yazılımı bir paralegalin
360.000 saatte toplayabileceği veriyi saniyeler içinde bulup çıkarabiliyor.
Oldukça iyi eğitim görmüş 260 bin çalışanın hiç düşünmeden kapı dışarı edilmesi
için iyi bir gerekçe. Ekonomik akla da çok uygun görülecektir. Zamanla
avukatlık da tehdit altındaki meslekler arasına girebilir.
Hukuk alanında geliştirelecek yapay zeka
temelli uzman sistemlerin yargıçların yerine kullanılabileceği de öngörülüyor.
Yargıçların benzer davalarda farklı kararlar verebilmeleri gösterilen
gerekçelerden biri. ABD’de yapılan bir araştırmada tutuklu sanıkların
tutukluluk halinin devam mı edeceği, tutuksuz yargılama kararı mı verileceğinin
belirlendiği bir dizi duruşma incelenmiş. Özellikle haftanın ilk çalışma
günündeki duruşmalarda kahvaltısını yapmış, iyi dinlenmiş haldeki yargıçların
öğleden önce daha çok tutuksuz yargılama kararı vermeye, öğleden sonra yorulup,
sinirleri gerginleşmeye başlayınca çoğunlukla tutukluluğun devamına hükmetmeye
eğilimli oldukları belirlenmiş. Uzman sistemlerin subjektif etkilerden uzak
olacağı için daha adil kararlar vereceği savunuluyor.
Muhasebecilik de yerini yapay zekaya
bırakacak meslekler arasında görülüyor.
Yapay zekanın neden olduğu değişiklikler
o kadar hızlı ki, bugün bir meslek edinmek için üniversiteye başlayan bir genç
mezun olduğu yıl o meslek ortadan kalkmış olabilir. Birinci ve ikinci sanayi
devriminde de birçok meslek ortadan kalktı, yeni meslekler ortaya çıktı. Fakat
süreç yavaştı ve geçişler için zaman vardı. İnsanlar 15-20 yıl sonra neler
olabileceğini, ya da olmayacağını öngörebiliyor, ona göre konum alıp, planlar
yapabiliyorlardı. Günümüzde ve asıl yakın gelecekte kaçınılmaz ve hızlı
dönüşümlerin bir dizi sosyal ve ekonomik sorun yaratacağından kuşku yok. Bu
çalkantıların en aza indirilmesi için önlemlerin ivedilikle alınmaya başlanması
gerekiyor.
Otomasyon maliyetleri azalttığı için
toplumda kolay kabul gören bir uygulama. Fakat üretimin büyük ölçüde bu yöne
kayması çok sayıda insanı denklemin dışına iterken servetler giderek daha az
kişinin elinde toplanacaktır. Neoliberal ekonomi uygulamalarının tüm dünyada
belirleyici olduğu günümüz dünyasında gelir adaletsizliği zaten çok derinleşmiş
halde. En zengin 80 kişi en fakir 3,5 milyar insanın gelirine denk servete
sahip. Ticari malların nispeten ucuza maledilmesi ucuza satılacağının garantisi
değil. Geleneksel fotoğrafçılık yerini dijital fotoğrafa bıraktığında
fotoğrafçılık çok kolaylaştı ve maliyetler çok düştü. Fakat gıda maddelerinin
fiyatları aksine giderek artıyor.
Barınma, ulaşım, eğitim giderek daha
pahalı hale geliyor.
Büyük çapta bir işsizler ordusunun
oluşturulduğu günümüzde çalışanların işlerini kaybetme korkusu sürekli ve
canlıdır. Dışarıda aynı işi çok daha düşük ücretlerle yapmaya razı ve buna
mecbur olan yedekler hazır beklemektedir. Yakın gelecekte otomasyonun ve robot
teknolojisinin daha da gelişmesi ve yapay zekanın birçok alanda kullanılmaya
başlamasıyla çalışanlar üzerinde “dışarıda senin yaptığın işi çok daha ucuza
yapacak binlerce kişi var” tehdidine “Senin işini çok daha ucuza yapacak
robotlar, programlar var” tehdidi eklenecektir. Bu tehdit sadece düşük ücretli
işler için değil, en karmaşık ve ileri uzmanlık gerektiren işler için de
geçerli. Kitleler üzerinde asıl tehdit zaman zaman işsiz kalmak, sık sık iş ve
sektör değiştirmek değil artık. Tümüyle gereksiz hale getirilme ve sistemin
dışında kalma, değersizleşme gündemde. Slovaj Zizek’in çok iyi ifade ettiği
gibi, bugün bir işte uzun süreli çalışarak kendini sömürtebilmek bir ayrıcalık
haline geldi.
Kullan-at çalışanlara ek olarak iş
dünyasının gözünde çöpe dönüştürülmüş milyonlar geleceğin en büyük sosyal
sorunu olacak.
Taşımacılığın tümüyle otomatlaşmasının
trafik kazalarını ve buna bağlı ölümleri azaltacağı öngörülüyor. Artık
sürücülük yapmıyacağı için kazada ölme riski ortadan kalkan kamyon şöförünün
açlıktan ölme riskine de çözüm bulmak gerekir.
Otomasyonun ilk başladığı dönemde
robotların bizim yapamayacağımız, ya da yapmak istemeyeceğimiz zor ve kötü
işleri üstleneceği beklentisi vardı. Yakın gelecekte ise insanların sadece
robotların ve yapay zeka sistemlerinin yapamayacağı işlere mahkum ve razı
olmaları riski var.
Bilgi teknolojilerinin birçok konuda
hayatı kolaylaştırdığına şüphe yok. Bugün internete bağlanabilen bir cep
telefonuna sahip bir ortaokul öğrencisi 30 yıl öncenin bir üniversite
profesöründen çok daha fazla bilgiye çok daha hızlı şekilde ulaşabilir durumda.
İnsanlar arasında iletişim olanakları zaman ve mekan engelini de ortadan
kaldırarak çok arttı ve kolaylaştı. Fakat her değişim salt iyiliklerle
gelmiyor. Ortaya çıkan ve çıkacak olan ekonomik ve sosyal sorunları görmezden
gelmek akılcı olmaz,
Muazzam ölçüde bilgiyi saklayabilen,
öğrenebilen düşünebilen kendini yenileyebilen ve insan zekasını aşarak tüm
kararları alıp, uygulama konumuna erişen yapay zekanın kontrolu ele alarak
insanlığın sonunu getirebileceği yönünde endişeler var. Bu çok düşük ve çok
uzak bir olasılık.
Yapay zekaya kötülüğü öğretecek olan da
yine insandır. Ayrıca doğal zekanın insanlığa ve doğaya bugüne kadar verdiği
korkunç zararlar ortada. Kanımca yapay zeka bu konuda doğal zekaya yaklaşamaz.
Dünyada tüm yaşamı defalarca yok edecek sayıda nükleer silah varken silah
üreticisi şirketlere yeni kazançlar sağlamak için yenilerini üretme kararı
verilmesi bile tek başına geleceğe yönelik ciddi endişe duymamız için yeterli
değil mi? İnsanlık için yakın tehdit yapay zekanın yüksek zekası değil. Trump,
Prens Muhammed bin Selman ve benzerlerinin doğal zekasıdır.
İklim değişikliği ve çevre felaketiyle
karşı karşıya, savaşların sürekli hale geldiği, her dokuz kişiden birinin açlık
çektiği ve dakikada çoğu çocuk 15 insanın açlıktan öldüğü dünya.
Bilişimde tekeller oluşturan ve
insanlığın ortak bilgisini büyük ölçüde özelleştiren dev yüksek teknoloji
şirketleri nasıl çalışacağımızı, nasıl üreteceğimizi, neler tüketeceğimizi,
nasıl yaşayacağımızı, nasıl düşüneceğimizi nelerden hoşlanacağımızı büyük
ölçüde belirler duruma geldiler. Devletlerin toplumlar üstündeki etkilerinin bu
gücün yanında çok daha az belirleyici olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Yapay
zeka ve kuantum bilgisayarları şüphesiz ki söz konusu şirketlerin gücünü daha
da arttıracaktır. Değişimler o kadar hızlanacak ki, büyük olasılıkla uyum
sağlamaya, olumsuz etkilere karşı önlem almaya fazla vakit kalmayacak.
Yeni Yılın teknik olarak hiçbir anlamı olmadığını biliyorum fakat duygusal açıdan çok büyük bir değişim gücü var kabul etmeliyim.
Sıradan bir gün veya bir hafta bizim tüm senemizi düşünmemize, yaptığımız hatalara bakmamıza, özlem duyduklarımızı hatırlamamıza sebep oluyor.. Yeni hedefler koymamıza sebep oluyor. Hiç de fena değil bu açıdan..
Belki kendimizi affetmemize ve bir şeylere yeniden başlamamıza da sebep oluyordur. Pek güzel..
Önceki senelere göre daha sağlıklı bir sene oldu benim için. Çoluk çocuk büyüdüğünden sanırım.. Daha az hastalıkla uğraştım..
Zihin ise o da daha sağlıklı bir sene geçirdi..
Büyük devrimler yaşanmadı ama minik minik adımlar atıldı. Bu sene daha belirgin olgunlaşmalar bekliyorum, bu sene kendimi, hayatımdaki diğer insanlarla da paylaşmayı istiyorum. Sevdiğim insanları daha çok arayıp soracağım.