Zamanın üzerimdeki etkisi.. Zaman içinde yaşamak. Zaman içinde değişmek. Zamandaki benim yerim. Neyi neden yaptığımı bilmemem. sonra hatırlanan anılar.. anıların üzerimdeki etkileri.. o zamanki etkileri şimdiki etkileri.. değişmek.. görememek anlayamamak işte bütün sorun bu..düşünerek anlaşılabilecek mevzu değil ki zaten..
zavallı bir düşünce formatında yaşıyorken, düşüncenin çok üzerinde akıp giden bir mevzuyu nasıl anlayabilirsin ki.
ama sahip olduğum en işlevsel şey de o.. anlayabilmek için, anlamlandırabilmek için…
o zaman başka araçlar bulmam gerekiyor. çünkü bu şekilde bu işin içinden çıkamayacağım..
Zamanın bende bıraktığı etkileri anlayabilmem için akademik hiçbir bilgi tatminkar olmuyor. sanki böyle şu dünyanın dışına çıkacağım şu hayatımın dışına çıkacağım ve orada bir güç bana gel yavrum bak sen şunu şöyle yaşadın bunun için.. bunu da böyle yaşadın o öyle olduğu için bu da böyle oldu.. gibi anlatacak. Ve ben de bunu kavrayacak bir zihin halinde olacağım ve diyeceğim ki oh be… işte bunu arıyordum.
Yani bu otomat yaşayış şekli öyle boğucu ki.. hiçbir şeyin kontrolü sende değil.. çok temel bir noktadan hayata bağlısın ve o bağ seni tutuyor çünkü sende tutmasını istiyorsun .. üstelik o nokta üzerinde de ne kadar hizmet ediyorsun şüpheli.. istiyorsun da.. ne kadar faydan oluyor onu bile bilmiyorsun.. ve öyle dar dar yaşıyorsun.. boş boş ve robotik.
Kendini beğenmiyorsun ama değiştirmeye gücün yok. Hayatını, dünyanı beğenmiyorsun ama değiştirmeye gücün yok. Sevdiğin insanlar üzerinden hayatını mutlu kılmaya çalışıyorsun ki bu da zavallı bişey..
İşte bu yukarıda yazdıklarım, dünyayı hayatı anlamlandırmaya çalışan yorgun bir zihnin izleri arkadaşlar.. Öyle otomatikleşmiş ki içinden bir anlığına çıkmak bile öyle zor ki.. Sanki hayat bundan ibaretmiş gibi devamlı bir çabanın içindesin.. ne için? Anlamlandırmak için.. çözmek için.. Çözülecek kocaman sorunlar olduğuna zihnim öyle bir inanmış ki..
Bu delice çabanın bir adım üzerinde bir anlığına kalmak ister miydin?
Var olan hiçbir şeyin anlamını bulmak istemediğin ama yine de huzurlu kalabildiğin bir an yaşamak ister miydin?..
(Köstebekkolektif.org sitesinden alıntıladığım Cengiz Başkaya’ya ait bir yazıdır.. inanılmaz sade ve herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dille yazılmış. Okuyup üzerinde düşünüp vizyonlarımızı genişletmemiz gereken alanlardan biri.. yapay zekadan bahsediyor.. doğal zeka mı daha tehlikeli yapay zeka mı sizce? )
İnsanlık, tarihinin en önemli, en etkili, en hızlı değişim sürecine girmek üzere. 18. Yüzyılın başında buharlı makinelerin icadı, demir üretiminin artması, demiryollarının yaygınlaşmasıyla birinci sanayi devrimi başladı. 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren çelik üretim tekniğinin gelişmesi, elektrik, petrol ve değişik kimyasalların üretim sürecine katılması ikinci sanayi devrimi olarak tanımlandı. Seri üretim bu dönemin tipik özelliği oldu.
1970 den itibaren bilgisayar teknolojisinde,
telekomünikasyon, robotik, lazer, fiberoptik ve biyogenetikte çok hızlı
gelişmeler, internetin yaygınlaşması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması,
otomasyonun birçok alanda kullanılması üçüncü sanayi devrimi olarak kabul
edildi.
Artık dördüncü sanayi devriminin, başka
bir tanımlamayla Endüstri 4.0’ın eşiğindeyiz. Bu devrimin en önemli
belirleyicileri yapay zeka, robotik ve kuantum bilgisayarları olacak.
Bilgisayar teknolojisinin çok hızlı
ilerlemesi, yazılımların gelişmesi, otomasyonun ve robot teknolojisinin hemen
her alana girmesi çalışma yöntemlerini ve koşullarını zaten çok değiştirmiş
durumda. Çiplere yerleştirilen devre sayısı Moore Yasasına uygun olarak her 18
ayda iki katına çıktı. Geometrik bir dizi izleyerek kırk yılda iki milyon kat
arttı. Günümüzde tırnak genişliğindeki bir USB kartına gigabyte boyutunda veri
yükleniyor. Transistörler nano ölçülere kadar küçüldü. Klasik bilgisayarların
gelişmesi fiziksel sınırına dayandı. Bir üst aşamaya kuantum bilgisayarların
rutin kullanıma girmesiyle geçilecek. İşlem hızı ve kapasitesi günümüz
bilgisayarlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde artacak. Yapay zeka asıl gelişmeyi
kuantum bigisayarları kullanarak gösterecek.
Yapay zeka uygulamaları şimdiden birçok
alanda kullanılıyor. Apple’ın sesli asistanı Siri yazılımı, Microsoft’un sesli
asistanı Cortana birer yapay zeka örneği. IBM ‘in Deep Blue bilgisayarı daha
1997 de dünya satranç şampiyonu Kasparov’u yenmişti. Google’ın yapay zeka
algoritması Alpha Go, satrançta çok daha fazla hamle olasılığı bulunan Go
oyununda Çin’li dünya şampiyonu Kei Je’yi yendi. Artık farklı yapay zeka
programları arasında Go şampiyonaları düzenleniyor. IBM’in Watson projesi tıpta
değişik alanlarda kullanılıyor.
Sürücüsüz araçlar şimdiden yollarda.
Yeni nesil çamaşır makinelerinde çamaşırın ağırlığına, rengine, kirliliğine
göre en uygun programı seçen, yapay sinir ağlarının kullanıldığı bir yapay zeka
uygulaması.
Bu örnekler ortalıkta görünür olanlar.
Fakat birçok bilimsel buluşta olduğu gibi yapay zekanın da ilk önce silah
sanayiinde kullanıldığından kuşku yok. Akıllı füzeler, hedefini kendisi
belirleyip ateşleyebilen makineli tüfekler, silahlı insansız hava araçları ve
uçaklar, insansız tanklar, kendi rotalarını belirleyebilen, limanlara giriş
çıkışları kendi kendine yapabilen savaş gemileri, öldürmeye programlanmış robotlar
çoktan hazır.
Yapay zekanın olası tehlikelerine
ilişkin endişeler bu kavramın yeni oluşmakta olduğu, çalışmaların emekleme
döneminde olduğu dönemde dile getirilmeye başlandı. I. J. Good 1965 te “Eğer
biz süper zeki sistemler inşa edersek, bu insanlığın son icadı olabilir”
demişti. İngiliz fizikçi ve bilgisayar bilimleri uzmanı Stuart J Russell
gelecekte bilişim sistemleri daha da zeki olduklarında onların kapasitelerine
çok daha bağımlı olacağımızdan ve kendimizi bu sistemlerin kontrolu altına
girmiş durumda görebileceğimizden endişe duyuyor.
Bazı bilişim uzmanları kendi kendine
öğrenebilen, daha iyi donanım ve daha iyi algoritmalarla kendini yeniden dizayn
edebilen bir sistemin bir zeka patlaması göstererek ilerlemesinin çok
hızlanacağını ve çok kısa sürede insan türünün anlayamayacağı bir aşamaya
geçeğini öngörüyorlar.
Stephen Hawking, robot ve
bilgisayarların çok gelişmesinin bir noktadan sonra insanlığı tehdit eden bir
noktaya geleceğini söylemişti. Bill Gates ve Elon Musk da yapay zekadan kaygı
duyanlar arasında.
Bilimin, keşif ve icatların kötü amaçlar
için kullanılması yeni bir durum değil. Üstelik neredeyse bir kural. Yani yapay
zekanın olası tehlikeleri için endişe duyarken doğal zekanın tarih boyunca
inasanlığa, tüm canlılara ve doğaya verdiği zararları unutmamak gerekir. Yapay
zekayı şeytanlaştırmak doğal zekayı iyilik meleği gibi görmek için yeterli
değil.
İnternetin daha 60 lı yıllarda ABD
ordusunun tüm birimleri arasında en kötü koşullarda bile asla kopmayacak bir
iletişim ağı kurma çabasından (ARPANET) doğduğunu hatırlayalım. Barutun gücü
hemen silah gücüne dönüşmüştü. Uzaya çıkmayı sağlayan füze teknolojileri Nazi
Almanya’sının Londra’yı düşürülebilen savaş uçakları yerine engellenemeyecek
bir silahla vurma projesinin ürünüydü. Birkaç başarısız denemeden sonra savaşın
sonuna doğru da olsa Londra’yı vurmayı başardılar.
Atom çekirdeğinde saklı muazzam bir
enerjinin varlığının keşfedilmesinden kısa süre sonra bu bilginin hayata
geçirildiği ilk uygulama insanlıkla birlikte tüm canlıların hayatını tehdit
edecek olan atom bombası oldu. Bu müthiş silah tüm dünyaya gözdağı vermek için
savaşı zaten kaybetmiş ve teslim olmuş Japonya’da sivil bir hedefe, Hiroşima
şehrine 1945 yıl 6 ağustos günü atıldı. Tek bombayla sivil-asker, kadın -erkek,
erişkin-çocuk ayrımı yapmadan 140 bin insan öldürüldü ve aynı anda bir şehir
ortadan kaldırıldı. Tek seferde en çok insan öldürme, en büyük maddi hasarı
verme rekorları kırıldı. Radyasyonun geç etkilerine bağlı anomalili doğumlar
onyıllarca sürdü. Kanser olguları aradan üç çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen halâ
sürüyor.
Bombanın adı da pek sevimliydi; “küçük
çocuk.” Üç gün sonra Nagazaki şehrine “şişman çocuk” lakaplı ikinci bomba
atıldı ve 70 bin kişi öldü. Bu olay bilimin büyük bir başarısı olarak kabul
edildi, takdir ve hayranlıkla karşılandı. Fizik bilimindeki bir gelişme dünyada
dengeleri değiştirdi. ABD muazzam silah gücünü arkasına alarak dünyanın yeni
hakimi konumuna geldi.
Lazer teknolojisi sanayide kullanıma
başlamadan önce akla hemen ölümcül bir silah üretmek geldi. 20. Yüzyılın
başında ilk uçaklar henüz yolcu taşımaya başlamadan bombardıman için
kullanıldı. 1911 de Trablus’ta bir İtalyan askeri pilot havadan ilk bombayı
Osmanlı askerlerine attı. Hiçbir hasar veremese de bu olay İtalya’da büyük bir
coşku yarattı. Gökyüzüne yükselen insanın aklına ilk gelen yerdekileri kolayca
öldürmek fikri oldu.
Yapay zekanın önemi yaşamın bütün
alanlarını temelden değiştirme potansiyeline sahip olması. İnsanlığın
tarihindeki en büyük bilimsel girişim olarak değerlendiriliyor. Klasik
bilgisayarlar büyük ölçülerdeki verileri ve bilgileri saklayıp, istendiğinde
hızla geri çağırmaya, belirli programlama yöntemleriyle otomasyona olanak
sağlıyorlar. Fakat sisteme yüklenen verilerden daha fazlası çıktı olarak
alınamıyor. Yapay zeka daha fazlasını ifade ediyor. Deneyimlerden ve eklenen
yeni verilerden yeni sonuçlar çıkarabilen, öğrenebilen, tahminde bulunabilen,
çözümler önerebilen ve üretebilen, insan beynine benzer şekilde çalışan bir
sistem söz konusu. Bu yüzden nörobilim yapay zeka çalışmalarına büyük katkı
sağlıyor. İlginç biçimde yapay zeka çalışmalarındaki ilerlemeler de insan
beynini daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Fakat insan zekası sistemin tek
esin kaynağı değil. Hayvan davranışları ve doğanın işleyiş biçimi de incelenip değerlendiriliyor.
Başvurduğu çok sayıda bilim dalı ve
farklı disiplin var. Bilgisayar bilimleri, matematik, dilbilimi, biyoloji,
biyogenetik, fizik, kimya, psikoloji, felsefe, robot bilimi gibi.
Yapay zeka şimdiden beste ve resim
yapabiliyor, matematik kuramı geliştirebiliyor, tıbbi tanı koyabiliyor,
öğrenebiliyor ve öğretebiliyor, uçak kanadı tasarlayabiliyor, hava tahmininde
bulunabiliyor.
Bilgisayarlar görme, işitme, dokunma
duyularını çoktan kazanmıştı. Koku ve tatları ayırt etmeye yönelik çalışmalarda
da epey mesafe alındı. İnsanın sahip olduğu beş duyuyu digitalleştirilme işi
tamamlanmak üzere. Kısa sürede bu teknolojinin mobil telefonlara
sığdırılabilecek hale geleceği öngörülüyor. Facebookta yemek fotoğrafı
paylaşılırken yemeklerin tat ve kokuları da gönderilebilecek. Bu sayede dostlar
daha çok kıskanacak, düşmanlar daha şiddetli çatlayacak. Doğal dil işleme,
diller arasında çeviri yapma, sesli soruları anlayıp, konuşarak cevaplama,
dudak okuma, yüz ve retina tanıma, şaşmaz bir kesinlikle mesafe ölçme rutin
işler arasına.
Yapay zeka ve robotların yaygın
kullanımı birçok mesleği gereksiz hale getirecek. Dünya çapında yüzmilyonlarca
insan işini kaybedecek. Etkilenmiyecek hiçbir alan kalmayacak. Otomasyon kol
emeğine olan ihtiyacı azaltırken kafa emeği de birçok konuda işlevini yapay
zekaya devredecek.
Gelmekte olan yeni dalga mavi yaka,
beyaz yaka ayırımı yapmadan çalışma biçimlerini dönüştürecek. Örneğin,
zenaatların ve zenaatçıların neredeyse tümüyle ortadan kalkması kaçınılmaz
görünüyor. Üç boyutlu yazıcıların gelişip yaygınlaşmasıyla istenen heryerde en
karmaşık araçlar ve eşyalar üretilebilecek. Fabrikalarda işçiye çok az gerek
duyulacak, ya da hiç duyulmayacak. İstifleme ve yükleme işleri robotlara emanet
edilecek. Yük taşıma sürücüsüz araçlara emanet edilecek. İnşaatlar büyük ölçüde
robotlarla yapılacak.
Yapay zeka uygulamaları banka
çalışanlarını tümüyle gereksiz hale getirecek. Zaten banka şubelerine de gerek
kalmayacak. İnsansız bankacılık görünmez bankacılığa evrilecek. Çağrı merkezi
çalışanları yerlerini yapay zeka programına bırakacak.
Düşük ücretli işlerde çalışanların
işlerini kaybetmesi beklenen bir durum. Fakat en kalifiye işleri yapanlar bile
etkilenecek. Yolcu uçağı pilotluğunun herhalde en üst düzeyde eğitim, bilgi,
cesaret beceri ve tecrübe gerektiren mesleklerden biri olduğu tartışılmaz. Uçak
kalkışını tamamlayıp, olağan düzenli seyrine başladığından inişe geçtiği ana kadar
otomatik pilot zaten devreye sokuluyordu. Kalkış ve inişleri de yapay zekanın
kontrolunda büyük bir kesinlikle yapmak mümkün hale geliyor. İnsan pilota
ihtiyacı ortadan kaldırabilecek bir gelişme. Uçak üreticileri pilotluğu tümüyle
otomasyona ve yapay zekaya devretme çalışmalarında epey ilerlemiş durumda.
IBM’in yapay zeka programı Watson tıp
alanındaki uygulamalarıyla dikkat çekiyor. Örneğin, tıbbi görüntüleme
tekniklerinin tanıda kullanılmasında büyük veriden yararlanıyor. Bir radyoloji
uzmanının meslek yaşamı boyunca inceleyebileceği toplam görüntü 20 bini
geçemezken, Watson’a milyarlarca radyogram, ultrasonogtrafi, bilgisayarlı
tomografi ve MR görüntüsü yüklenebiliyor.
Sistem çok sayıda veriyi saniyeler
içinde karşılaştırıp tanıya gitmek üzere programlanmış. Tanılardaki isabet
oranı, sistemin öğrenme özelliği sayesinde giderek artıyor. Radyoloji
uzmanlarının bu gelişmelerden de yararlanarak mesleklerini daha verimli
yürütmeleri akla yatkın görünüyor. Fakat ekonomik akıl harekete geçti bile. Kâr
marjını arttırmanın en kolay yolu maliyeti azaltmak. Bir radyoloğun temel
eğitimden sonra 15 yılı bulan mesleki eğitiminin topluma maliyeti ve
hastanelerin uzmanlara ödediği ücretler hesaplandı. İstenilen sayıda
kopyalanabilen ve büyük veri desteğini arkasına alan bir yazılımın bu uzmanlara
olan gereksinimi ortadan kaldıracağı konuşulur oldu. ABD’de radyoloji uzmanlık
eğitimi için yeni asistan alınmasının durdurululması ciddi ciddi tartışılıyor.
Bu tehdit sadece radyologlarla sınırlı değil. İnsan kontrolunda robotik
cerrahi, göz ve beyin operasonları dahil cerrahinin her alanında yaygınlaşmaya
başladı. Yeni hedef cerrahı devreden tümüyle çıkarmak ve operasyonu tümüyle
yapay zekanın kontrolündeki robotun yapması.
Amerika’da Baker Hostetler adlı hukuk
bürosu IBM’ in geliştirdiği hukuk programı Ross’u işe aldı. Ross şimdilik
sadece icra-iflas davalarına bakıyor. Böyle bir uzman sistemde tüm kanunları,
tüzük ve yönetmelikleri, belli bir konudaki tüm dava dosyalarını, yüksek
mahkemelerin tüm içtihat kararlarını büyük veri olarak yüklemek mümkün. Bir
dava ile ilgili verileri toplamak, ilgili yasa maddelerini araştırmak çok zaman
alan bir iş. Birleşik Devletler’de bu işi yapmak üzere avukatlık bürolarında
çalışanlara paralegal, ya da paralawyer deniliyor. Hukuk Fakültesi öğrencileri,
yeni mezun olup avukatlık yetkisini almamış mezunlar ve meslekte yeni olan
avukatlar istihdam ediliyor. En iyi işler sıralamasında yirminci sırada yer
alan bu meslekte 260 bin kişi çalışıyor.
Uzman hukuk yazılımı bir paralegalin
360.000 saatte toplayabileceği veriyi saniyeler içinde bulup çıkarabiliyor.
Oldukça iyi eğitim görmüş 260 bin çalışanın hiç düşünmeden kapı dışarı edilmesi
için iyi bir gerekçe. Ekonomik akla da çok uygun görülecektir. Zamanla
avukatlık da tehdit altındaki meslekler arasına girebilir.
Hukuk alanında geliştirelecek yapay zeka
temelli uzman sistemlerin yargıçların yerine kullanılabileceği de öngörülüyor.
Yargıçların benzer davalarda farklı kararlar verebilmeleri gösterilen
gerekçelerden biri. ABD’de yapılan bir araştırmada tutuklu sanıkların
tutukluluk halinin devam mı edeceği, tutuksuz yargılama kararı mı verileceğinin
belirlendiği bir dizi duruşma incelenmiş. Özellikle haftanın ilk çalışma
günündeki duruşmalarda kahvaltısını yapmış, iyi dinlenmiş haldeki yargıçların
öğleden önce daha çok tutuksuz yargılama kararı vermeye, öğleden sonra yorulup,
sinirleri gerginleşmeye başlayınca çoğunlukla tutukluluğun devamına hükmetmeye
eğilimli oldukları belirlenmiş. Uzman sistemlerin subjektif etkilerden uzak
olacağı için daha adil kararlar vereceği savunuluyor.
Muhasebecilik de yerini yapay zekaya
bırakacak meslekler arasında görülüyor.
Yapay zekanın neden olduğu değişiklikler
o kadar hızlı ki, bugün bir meslek edinmek için üniversiteye başlayan bir genç
mezun olduğu yıl o meslek ortadan kalkmış olabilir. Birinci ve ikinci sanayi
devriminde de birçok meslek ortadan kalktı, yeni meslekler ortaya çıktı. Fakat
süreç yavaştı ve geçişler için zaman vardı. İnsanlar 15-20 yıl sonra neler
olabileceğini, ya da olmayacağını öngörebiliyor, ona göre konum alıp, planlar
yapabiliyorlardı. Günümüzde ve asıl yakın gelecekte kaçınılmaz ve hızlı
dönüşümlerin bir dizi sosyal ve ekonomik sorun yaratacağından kuşku yok. Bu
çalkantıların en aza indirilmesi için önlemlerin ivedilikle alınmaya başlanması
gerekiyor.
Otomasyon maliyetleri azalttığı için
toplumda kolay kabul gören bir uygulama. Fakat üretimin büyük ölçüde bu yöne
kayması çok sayıda insanı denklemin dışına iterken servetler giderek daha az
kişinin elinde toplanacaktır. Neoliberal ekonomi uygulamalarının tüm dünyada
belirleyici olduğu günümüz dünyasında gelir adaletsizliği zaten çok derinleşmiş
halde. En zengin 80 kişi en fakir 3,5 milyar insanın gelirine denk servete
sahip. Ticari malların nispeten ucuza maledilmesi ucuza satılacağının garantisi
değil. Geleneksel fotoğrafçılık yerini dijital fotoğrafa bıraktığında
fotoğrafçılık çok kolaylaştı ve maliyetler çok düştü. Fakat gıda maddelerinin
fiyatları aksine giderek artıyor.
Barınma, ulaşım, eğitim giderek daha
pahalı hale geliyor.
Büyük çapta bir işsizler ordusunun
oluşturulduğu günümüzde çalışanların işlerini kaybetme korkusu sürekli ve
canlıdır. Dışarıda aynı işi çok daha düşük ücretlerle yapmaya razı ve buna
mecbur olan yedekler hazır beklemektedir. Yakın gelecekte otomasyonun ve robot
teknolojisinin daha da gelişmesi ve yapay zekanın birçok alanda kullanılmaya
başlamasıyla çalışanlar üzerinde “dışarıda senin yaptığın işi çok daha ucuza
yapacak binlerce kişi var” tehdidine “Senin işini çok daha ucuza yapacak
robotlar, programlar var” tehdidi eklenecektir. Bu tehdit sadece düşük ücretli
işler için değil, en karmaşık ve ileri uzmanlık gerektiren işler için de
geçerli. Kitleler üzerinde asıl tehdit zaman zaman işsiz kalmak, sık sık iş ve
sektör değiştirmek değil artık. Tümüyle gereksiz hale getirilme ve sistemin
dışında kalma, değersizleşme gündemde. Slovaj Zizek’in çok iyi ifade ettiği
gibi, bugün bir işte uzun süreli çalışarak kendini sömürtebilmek bir ayrıcalık
haline geldi.
Kullan-at çalışanlara ek olarak iş
dünyasının gözünde çöpe dönüştürülmüş milyonlar geleceğin en büyük sosyal
sorunu olacak.
Taşımacılığın tümüyle otomatlaşmasının
trafik kazalarını ve buna bağlı ölümleri azaltacağı öngörülüyor. Artık
sürücülük yapmıyacağı için kazada ölme riski ortadan kalkan kamyon şöförünün
açlıktan ölme riskine de çözüm bulmak gerekir.
Otomasyonun ilk başladığı dönemde
robotların bizim yapamayacağımız, ya da yapmak istemeyeceğimiz zor ve kötü
işleri üstleneceği beklentisi vardı. Yakın gelecekte ise insanların sadece
robotların ve yapay zeka sistemlerinin yapamayacağı işlere mahkum ve razı
olmaları riski var.
Bilgi teknolojilerinin birçok konuda
hayatı kolaylaştırdığına şüphe yok. Bugün internete bağlanabilen bir cep
telefonuna sahip bir ortaokul öğrencisi 30 yıl öncenin bir üniversite
profesöründen çok daha fazla bilgiye çok daha hızlı şekilde ulaşabilir durumda.
İnsanlar arasında iletişim olanakları zaman ve mekan engelini de ortadan
kaldırarak çok arttı ve kolaylaştı. Fakat her değişim salt iyiliklerle
gelmiyor. Ortaya çıkan ve çıkacak olan ekonomik ve sosyal sorunları görmezden
gelmek akılcı olmaz,
Muazzam ölçüde bilgiyi saklayabilen,
öğrenebilen düşünebilen kendini yenileyebilen ve insan zekasını aşarak tüm
kararları alıp, uygulama konumuna erişen yapay zekanın kontrolu ele alarak
insanlığın sonunu getirebileceği yönünde endişeler var. Bu çok düşük ve çok
uzak bir olasılık.
Yapay zekaya kötülüğü öğretecek olan da
yine insandır. Ayrıca doğal zekanın insanlığa ve doğaya bugüne kadar verdiği
korkunç zararlar ortada. Kanımca yapay zeka bu konuda doğal zekaya yaklaşamaz.
Dünyada tüm yaşamı defalarca yok edecek sayıda nükleer silah varken silah
üreticisi şirketlere yeni kazançlar sağlamak için yenilerini üretme kararı
verilmesi bile tek başına geleceğe yönelik ciddi endişe duymamız için yeterli
değil mi? İnsanlık için yakın tehdit yapay zekanın yüksek zekası değil. Trump,
Prens Muhammed bin Selman ve benzerlerinin doğal zekasıdır.
İklim değişikliği ve çevre felaketiyle
karşı karşıya, savaşların sürekli hale geldiği, her dokuz kişiden birinin açlık
çektiği ve dakikada çoğu çocuk 15 insanın açlıktan öldüğü dünya.
Bilişimde tekeller oluşturan ve
insanlığın ortak bilgisini büyük ölçüde özelleştiren dev yüksek teknoloji
şirketleri nasıl çalışacağımızı, nasıl üreteceğimizi, neler tüketeceğimizi,
nasıl yaşayacağımızı, nasıl düşüneceğimizi nelerden hoşlanacağımızı büyük
ölçüde belirler duruma geldiler. Devletlerin toplumlar üstündeki etkilerinin bu
gücün yanında çok daha az belirleyici olduğunu söylemek abartı sayılmaz. Yapay
zeka ve kuantum bilgisayarları şüphesiz ki söz konusu şirketlerin gücünü daha
da arttıracaktır. Değişimler o kadar hızlanacak ki, büyük olasılıkla uyum
sağlamaya, olumsuz etkilere karşı önlem almaya fazla vakit kalmayacak.
Yeni Yılın teknik olarak hiçbir anlamı olmadığını biliyorum fakat duygusal açıdan çok büyük bir değişim gücü var kabul etmeliyim.
Sıradan bir gün veya bir hafta bizim tüm senemizi düşünmemize, yaptığımız hatalara bakmamıza, özlem duyduklarımızı hatırlamamıza sebep oluyor.. Yeni hedefler koymamıza sebep oluyor. Hiç de fena değil bu açıdan..
Belki kendimizi affetmemize ve bir şeylere yeniden başlamamıza da sebep oluyordur. Pek güzel..
Önceki senelere göre daha sağlıklı bir sene oldu benim için. Çoluk çocuk büyüdüğünden sanırım.. Daha az hastalıkla uğraştım..
Zihin ise o da daha sağlıklı bir sene geçirdi..
Büyük devrimler yaşanmadı ama minik minik adımlar atıldı. Bu sene daha belirgin olgunlaşmalar bekliyorum, bu sene kendimi, hayatımdaki diğer insanlarla da paylaşmayı istiyorum. Sevdiğim insanları daha çok arayıp soracağım.
Bu filmi nasıl anlatsam.. tasvir edemiyorum hislerimi.. ama deneyeceğim çünkü sistem ayarlarımla oynadı ve bunu yazmam gerekiyor 🙂
Christopher Nolan.. filmin yönetmeni, sinema camiasında deha olarak görülüyor. Adamın tüm filmlerinde “zaman” meselesi ucundan köşesinden hep işlenmiş. Benim gelmiş geçmiş en kafayı taktığım konular arasında ilk 3’e giren “zaman” meselesi ve ben bu adamı hiç farketmemişim bugüne kadar..
Daha doğrusu inspection’ı seğretmiştim ama beni alıp götüren bir film olmamıştı.. ama bu film.. resmen zihnimi arızaya soktu.. zamanı algılayışımla oynadı.. Kısaca ifade etmeye çalışacağım..
Bu dünya zamanı dışında herhangi bir zaman algımız yok. Bu ne demek? Boyut meselesine hiç girmeyelim 3 boyut 4 boyut falan filan..boyutların zamanla alakası mutlaka var ama biz şimdi sadece zaman’ı konuşalım.
Biz kendi mekanımız içinde -diyelim ki mekanımız bu dünya- zamanın normalden daha hızlı veya daha yavaş geçtiğini hissedebiliyoruz değil mi? Çok mutluyken hemen geçiveren zaman, istemediğimiz bir ortamdaysak bir türlü geçmez. Bu bizim esnek zamanı hissedebilmemizin bir örneğidir. Yani ruh halimize göre değişen bir zaman algısı var. Değişmeyen ise 5 dakika yine 5 dakika -yani biz onu ister 10 dakika gibi hissedelim ister 5 saniye gibi- o yine 5 dakika bunu biliyoruz değil mi?
Zaman algısının değişmesi ise bambaşka bir olay. Burada fiili olarak farklı hızda akan bir zaman var.. Başka gezegenlere gidebildiğimizi düşünelim. Filmde bizim güneş sistemimizin dışına çıkıyorlar ve başka bir sisteme geçip, orada birbirinden uzakta 3 farklı gezegene iniyorlar. Bu gezegenlerin bir tanesinde geçen 1 saat, dünya zamanında tam 10 yıla denk geliyor. Şimdi.. bu yeni gezegene ait zaman algısına bir parça dokunduğunuzu düşünün.. veya şöyle söyleyim kendi zaman algınızın yerinden oynadığını düşünün.. Film düşündürmüyor gerçekten hissettiriyor! Bu ayakların yerden kesilmesi gibi, afallamak gibi, boşluğa düşmek gibi, normal düşünememek gibi, kendini bilme duygusunun yerinden oynaması gibi, bedeni algılayış şeklinin genişlemesi gibi..belki de bir parça daha uzansam bedenimin dağıldığını hissedecektim…
Kuantum fiziği okuyanlar, paralel evrenler konularında okuyanlar daha iyi hatırlarlar, yaşadığımız her anın farklı versiyonlarının farklı evrensel mekanlarda tekrar tekrar yaşanıyor olabileceği teorileri vardır.. Ben bu filmde, hayatımda aklına erebildiğim her anımın farklı zaman algılarında farklı mekan algılarında farklı şekillerde algılanıp yaşandığını hissettim. Bu his beni ve buradaki hayatımı bozan bir histi… bozan derken ayağımın altından yeryüzünün çekilmesi gibi birşeydi! Veya zihnimin bu yeryüzünden kayması gibi.. Elbette sürekliliği olmayan -olmaması gereken- bir his.. İlk birkaç saat çok yoğun sonrasında daha kabul edilebilir bir his olarak etkisini kaybediyor..
Farklı zaman dilimlerinde farklı varoluşlar gösteriyor film. Yani aynı insan varlığının farklı zaman dilimlerinde ve şekillerinde varolma hali, nasıl var olduğu, ne için, ne amaçla varolduğu, ne şekilde var olduğu, Nolan’ın imajinasyonunda filme dökülmüş.. Ve beni öyle etkiledi ki bu hissin ufacık bir kırıntısı bile bu dünyadaki hayatını yaşama şeklini değiştirebilir bir insanın.. öyle güçlü bir his…. (Dilerim ileride insanın farklı boyutlardaki hallerini farklı formlarda yaşadığına dair de bir film yapılır.. illa ki bu beden formunda devam etmeyeceğimizi biliyoruz, farklı bedensel hallerimizi deneyimleyebilmek keşke şimdi de mümkün olabilse..)
Elbette bu hissin bir parçasına dokunabildiğim için, bu idrakte olduğum için şükürler olsun, bunun benim kendi varlığımla, hayatımla, dünyaya bakış açımla da ilgisi var.
Elbette sıradan bir fantastik film gibi eğlenilerek de izlenilebilir. Varlıksal ihtiyaçlar neyi gerektiriyorsa o olur..
Ve elbette ki, bu farklı zamanları, bizlerin o farklı zamanları yaşıyor olma durumu, sahip olduğumuz şuur kapasitesiyle, şuur seviyesiyle öyle alakalı ki.. ki bu da bambaşka bir sonsuz öğrenme alanı..
Ben kendi adıma yaratım’larımı daha şuurlu yaptığım zamanlar diliyorum kendime. 2018’de daha çok şeyi daha bilinçli yaratacağım. Daha da üretken daha da pozitif yüksek yayınlar içinde bulunacağım.
Yaptığım yayınımların daha da farkında olacağım. Neyi neden yarattığımı iş işten geçtikten sonra anlamayacağım.. 🙂
Etrafımda olup biten ne varsa, sanki onlar üzerinde hiçbir kontrolüm yokmuş gibi davranmayacağım. Birileri bazı kararlar alıyor ve bu kararlar benim hayat kalitemi bozuyorsa -o insanları hiç tanımıyor olsam bile- bununla ilgili sorumluluğumu farkedip kendimce proaktif bir niyet koyacağım. O durumu düzelteceğim. evet düzelteceğim.
Bu senenin benim açımdan en büyük dersi, olduğum an içinde kalabilmek konusundaki becerilerimi yükseltmek oldu.
Bu hayata ne yapmaya geldiğimle ilgili arayışlarım sürerken dönem dönem değişen hedeflerim olmuştu. Koyduğum hedef geliş amacımla uyumlu muydu değil miydi bilemem ama beni bir çaba içine sokmuştu o da yeterdi.. Çünkü hem bu dünyada debelenip hem de açık şuurumla niye geldiğimi bilmek aynı anda olası şeyler değildi !!
Niye geldiğimle ilgili en güçlü hissim ‘annelik duygum’la bağlantılı artık böyle hissediyorum açık açık.
Benim en önemli meşguliyetim annelik iken, kendime başka küçük meşguliyetler aramamaya karar verdim. Bu yılın en büyük kazancı benim için bu.. o anda üzerimdeki iş ne ise, onu en iyi şekilde yapmak zorundayım. Bu iş öyle büyük bir iş ki önemi tam anlaşılamamış yeryüzünde..Onların bizzat yanındayken konsantrasyonunun onlarda olması, her öğrenmelerine hizmet ediyor, aracı oluyor olmak.. onların yanında değilken yine onlar için kurgular yapıyor olmak, planlamalar içinde olmak.. evet ben şu anda bunun için yaşıyorum. Üzerimdeki görev ne ise onu en harika şekilde yapıyor olacağım.
Hem de herkesin yaşadığı… en küçük insandan en büyük insana kadar…
İçinde olduğun an, niyeyse hep eksiktir.. eksik birşeyler varmış gibi hissederiz her an.. daha sonraki başka bir an’ı düşünürüz ve o an’a gitmek isteriz… O an geldiğinde de sonraki başka bir an’a..
En genel en yaygın olanlarından örneklerden bir tanesi.. bir ailen olmadan önce bir ailenin olduğu an’ı istemek.. anne olmadan önce anne olduğun an’ı istemek… ve fakat sonra bunlara ulaştığında bu sefer tek başına olduğun an’ı geri istemek.. :))
Sanki hep o bir sonraki anda daha iyi olacakmışsın gibi bir his var….
“Şu anda olmam gereken halde değilim” peki hangi haldesin? “onu da, bunu da, şunu da istiyorum.. onlar da olsa tam olacak” hmmm… bu size tanıdık geliyor mu? Ve ne yaparsak yapalım o hayalimizdeki an’a hiç varılamıyor nedense değil mi?..
Kendimizi eksik hissettiğimiz her an (ki bu epeyycee çok bir zaman tutuyor) o an’ı kabullenmeyişimizden doğan bir acı içindeyizdir. Bu eksiklik bitmek bilmez bir öğrenme isteği de olabilir.. oldukça pozitif görünen bir istek..öyle bile olsa eksik hissettiğimiz müddetçe yine bir yerde bir yanlış yapıyoruz bence..
“Tam ve olmam gerektiği yerde duruyorum” diyebilen biri hayatta -hiç enerji kaçağı oluşturmadan- yaşıyordur.
Seviyorsa gerçekten seviyor, kızıyorsa gerçekten kızıyor, ağlıyorsa gerçekten ağlıyordur.. O anlarda ne panik olur ne iç sıkıntısı, ne coşku ne heyecan.. basitçe önüne gelen işleri yapar, yapamadıkları için ağlamaz sızlamaz, yetişmeye çalışmaz.
İnsanın önüne bir hedef koymakla çelişmeyen bir durum bu. Kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerin planların olacak mutlaka, ama değişen şey; o hedefleri “kendini gerçekleştirmek” için, daha mutlu olmak için, daha, daha, daha, vs.vs. için koymuyor oluşundur.
Büyük balığın ağzının ucundayken korkmak evet korkmak, doyasıya korkmak.. ama bütün hayatını ya büyük balık gelirse diye de geçirmemek..
Sen bu halinle tam ve olman gerektiği haldesin, yaşadığın her an’ı böyle değerlendirirsen önüne açılacak yolları hayal bile edemezsin..
Lakin zor olan.. bu noktaya ulaşmanın çabayla, okumayla, öğrenmeyle alakalı olmaması…
çabalayarak yapılmıyor olmuyor… çünkü bu yaparak gelinecek bir nokta değil.. öyle hissediyorum..
Geçtiğimiz günlerde Singularity Üniversitesi’nde bir konuşma yapan Yazar Michael Gelb, tarihin en büyük
düşünürlerinden Leonardo da Vinci‘den örnekler sunarak içimizdeki potansiyeli en üst seviyeye çıkarma konusundaki fikirlerini paylaştı. Gelb, yaptığı konuşmada üstün yetenek için temel oluşturduğuna inandığı yedi da Vinci ilkesini paylaştı:
Merak: Hayata karşı dindirilemeyecek derecede meraklı bir yaklaşım izlemek.
İspat: Bilgiyi her zaman tecrübeyle sınamak.
Hissetme: Tecrübenin açıklığa kavuşması için hislerin sürekli olarak geliştirilmesi.
Sfumato: (Rönesans Dönemi’nde kullanılan resim tekniklerinden biri. En iyi örneğinin da Vinci’nin Mona Lisa tablosu olduğu düşünülüyor). Belirsizliği ve kuşkuyu kabullenme gönüllülüğü.
Bilim ve Sanat: Bilim ve sanat, mantık ve hayal gücü arasında denge kurmak.
Vücudi olma: İki eli kullanabilme, vücudu zinde tutma ve dengeyi sağlama.
Bağlantı kurma: Etraftaki her şeyin ve her olayın bağlantısını kavrayabilme.
Da Vinci’nin insanın içindeki potansiyeli açığa çıkarma yaklaşımları, günümüzde sağlıkla ilgili kabul gören fikirlerle uyuşuyor.
Sürekli olarak belirli bir tarzda düşünmüşseniz, tüm bu düşünceler bir tutum oluşturacak şekilde kristalleşir. Hep size hak ettiğiniz kadar ilgi gösterilmediğini düşünmüş olduğunuzu varsayalım. Bu düşünceyle binlerce kez özdeşleşmişsinizdir. Ergeç, bu binlerce benzer düşünce, zihinde katı bir tortu oluşturur. Buna kristalleşme denir. Benzer düşüncelerin bu şekilde kristalleşmesi bir tutum oluşturur, demek ki artık sizde başkalarından hak ettiğiniz ilgiyi hiç görmediğinizi tekrar tekrar düşünmekten kaynaklanan belli bir tutum vardır. Bu tutumları oluşturan kristalleşmelerin hiç de nadir olmadığını ve tanıdığınız birçok insanda gözlemlenebileceğini kabul edeceksinizdir. Pekala, ya sizde? Bu Çalışma’da işe daima kendinizle başlayın. Kendi hayatınızda bunun nasıl sessizce çalıştığını gözlemlemiş miydiniz?
Hem kendiniz hem de başkaları için pek çok mutsuzluğa sebep olur. Hesaplar yapmak adı verilen içsel kale almanın oluşumunda çok güçlü bir etkendir. Kişinin kuvvetini günden güne yiyip tüketir ve böylece, ruhun gizli bir içsel hastalığa tutulmasına sebep olur. Kişiyi aşırı derecede kırılgan, hassas veya değişken kılabilir ya da benzer türden zayıflık tezahürlerine neden olabilir. Ama psişik hayatınızda ve –somatik veya bedensel hayatınızda– tezahür ettirebileceği tüm bu kötülüklerin ötesinde, onunla bağlantılı en büyük kötülük, sizin tarafınızdan erişilemez olmasıdır; şuurunuzun ötesindeki karanlıkta sessizce çalışır.
Şimdi, kişinin kendi üzerinde çalışması olan ve kendini gözlemlemeyle başlayan Çalışma’nın Birinci Çizgisindeki birçok zorluktan biri budur. Zorluk şudur: Düşüncelerinizin bazılarının niteliğini görebilir ve zaman zaman fark edebilirsiniz. Daha sonra konsantre olmayı öğrenirseniz, yani kendinizde çok sessiz olabilirseniz, büyük bir karmaşanın içinde hareketsizce dikilip etrafınızda dönen atlıkarıncadaki insan altı varlıklardan, neredeyse grotesk veya çarpık ya da çok kötücül varlıklardan oluşan kalabalığı ayırt edersiniz. Bunlar, genellikle üstüne bindiğiniz düşüncelerdir. Bunlardan biriyle özdeşleşirseniz, merkezden uzaklaşır ve kendi etrafınızda dönersiniz; bir başka deyişle, siz ve o düşünce bir haline gelir ve siz artık “Ben düşünüyorum,” dersiniz.
Size gelebilecek çeşitli düşünceleri gittikçe daha çok gözlemleyebilecek ve bu metotla Ben hissinizi bunların dışına giderek daha çok çıkarabilecek olmanıza rağmen bir tutumu gözlemleyemezsiniz. Zorluk budur. Benzer düşüncelerden oluşan bir sistem, zamanla bir tutum olacak şekilde kristalleştikten sonra onu doğrudan gözlemleyemezsiniz. Sizin parçanız haline gelmiştir ve siz onun hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, görünmez bir biçimde ve otomatik işler. Şimdi, bir düşünce sizi illa ki eyleme yöneltmeyecektir ama bir tutum yöneltecektir. Daha önce verilen örnekte, hak ettiğiniz ilgiyi görmediğinizi düşünmekle kalmayacak, durum sanki böyleymiş gibi hareket edeceksiniz ve ne yapılırsa yapılsın, bu tutumun sizi belirli biçimlerde davranmaya sevk edip kuvvetinizi gün be gün yiyip tüketmesine de son vermeyecektir.
Bunun gücünün gizemi, kendi koşulunda yatar: kişinin doğrudan gözlem sınırlarının biraz ötesinde işleyişinde. Kişinin hayatında yaşamaya alışık olduğu küçük şuur alanının dışında uzanmaktadır. Kısacası, şeylerin sizinle şu anki ilişkisi içinde ona erişemezsiniz; bir başka deyişle, alışkanlık gereği içsel olarak içinde yaşadığınız küçük şuur alanında (ne pahasına olursa olsun) aynı kalmak demek olan olağan kendiniz hissine yapışıp kaldıkça bunu yapamazsınız.
Ama kendini gözlemlemenin sahici uygulanışı, gölgede kalan şeyleri aşama aşama şuura yanaştırır ve bunlar da zamanla karanlıkta kalan şeyleri yanlarına çekerler. Sizin için erişilebilir olanları gözlemleyerek kendinize dair şuurunuzu artırmaya başlarsanız, bir süre sonra (şoka dayanabilme kapasitenize bağlı olarak) kendinizde –psişik yapınızda– kendinize değil de başkalarına atfetmiş olduğunuz şeylerin mevcudiyetinin farkına varmaya başlarsınız. Kendimizde şuurunda olmadığımız şeyleri başkalarına yansıttığımızı hatırlıyorsunuzdur; bu hepimizin sahip olduğu büyüleyici bir mekanizmadır ve bu gezegendeki insan hayatının barışına ve uyumuna böylesine çok katkıda bulunan da budur.
Şimdi, kristalleşmiş düşüncelerin bir başka örneğini ele alalım. Diyelim ki daha pek erken bir aşamada, insanların sizi sevmediğini düşünmeye başlamıştınız. Bu düşünceye serbestçe ve tamamen kontrolsüzce kapılmıştınız. Aynı düşünceyi, bir tutum halinde kristalleşene dek, yıllar boyunca tekrar tekrar düşündünüz. Diyelim ki şimdi, sevgi dolu arkadaşları olan çok başarılı bir insansınız. Ama yolunda gitmeyen bir şey, üzüntülü bir uzaklara dalıp gidiş, bir iç geçirme vardır. Tutum gizliden gizliye çalışmaktadır, size fark ettirmeden kuvvetinizi tüketmektedir. Şimdi, tutumlara dair bir başka ilginç nokta daha vardır. Söylediğim gibi, düşünceleri gözlemleyebilirsiniz ama tutumları gözlemleyemezsiniz; ayrıca, bir düşünce sizi illa ki harekete geçirmez ama bir tutum, siz bunun farkında bile olmaksızın, sizi harekete geçirir. İç geçirirsiniz, gözünüz uzaklara dalar gider veya sanki mağdur edilmişsiniz gibi davranırsınız veya size bir şey sunulduğunda şaşırmış gibi görünürsünüz vb.
Bunların hepsi arka planda işleyen tutumdan kaynaklanmaktadır. Gizlenen tutum, sizi mekanik hareket etmeye iter; kısacası, iç geçirmenize, mutsuz bakmanıza, sanki ihmal edilmiş gibi davranmanıza neden olur; oysa bunları yapmanız için hiçbir dış neden yoktur. Bu sizi tüketir. Kuvvetinizi, tıpkı gizli bir kurdun gülü kemirmesi gibi yiyip bitirir. Tuhaf olan şey, insanlar size her gün sevildiğinizi gösterseler ve hatta size gerçekten ilgi duyduklarına dair inkar edilemez kanıtlar sunsalar bile bu ya hiçbir fark yaratmaz ya da yalnızca anlık bir fark yaratır. Tutum, karanlık meskeninden o kötü gücüyle sizi etkilemeye devam eder. Buna çoğu kez, kendine acımanın lezzetli türleri de eşlik eder.
Bu, gerçekten de karanlığın güçlerinden biridir ve aksini gösteren her türlü kanıt, her türlü güvence sizin tarafınızdan hiçbir neden olmadan geri çevrilecektir. Bu türden faydasız ıstıraplar son derece yaygındır. İnsanlığın başka yerlerde kullanabileceği kuvvetini muazzam ölçüde tüketmektedir.
Yazarın Gurdjieff ve Ouspensky Öğretisi Üstüne Psikolojik Yorumlar adlı kitabının 5. cildinden hazırlayan: Fadime Emir.
Özellikle de bu ülkede ebeveynlik nasıl bir takıntıdır hiç düşündünüz mü?
Kendi kendimi gözlemlediğim durumlardan bahsedeceğim.
Çocuklarımın hayatlarına yüksek dozlarda müdahale ettiğimi farkediyorum.
Çünkü odağımda onlar var.
Sanki onların hayatı benim hayatımmış gibi hissediyorum.
Küçükler diye yönlendirilmeleri gerekiyormuş gibi hissediyorum.
Her davranışlarından sorumluyum sanki. Her laflarından her düşüncelerinden ben sorumluyum.
Öyle bir içsel bağ ki bu.. normalmiş gibi geliyor..
Çünkü hayatlarında pekçok şeye ben karar veriyorum, belki de beni yanıltan da bu.. yiyeceklerini, giyeceklerini ben alıyorum, gidecekleri okullara ben karar veriyorum, gezecekleri yerleri de ben seçiyorum.. peki bu bana onların karakterlerine müdahale etme hakkını da verir mi?
Elbette hayır.
Kaptırmış gidiyorum bu annelik davasına..
Onlara sahipmişim gibi.. istemediğim birşey görünce sinir olmak mesela.. halbuki ne haddime!
Halil Cibranın şu meşhur şiiri geliyor aklıma tabii..
Benim öncelikle kendi iç dünyamda bu annelik meselesini doğru yere oturtmam gerekiyor. Çalışan bir anne olabilirim, bol bol seyahat edip çocuklarından ayrı da kalabilen bir anne olabilirim ama iç dünyamda ona yapışık yaşıyorsam bir işe yaramıyor bu!
Bir birey yetiştirmek istiyorum ama bu iş kitap laflarıyla çocuğun başının etini yemek, dır dır dır etmekle olacak iş değil..
Bırakarak ve kendi yaşamınla örnek olarak olacak bişey.. Ne zor şeymiş bu bırakmak…
Neden ben de bazı insanlar gibi 4-5 saatlik uykuyla yetinemiyorum?
Bence uyku meselesinde esas konu enerji meselesi..
Eğer gün içinde enerjini koruyabilirsen gece 4-5 saatlik uyku sana yetiyor.
Ama koruyamazsan yetmiyor..
Yani tüketmeyeceksin enerjini KAYGILARLA, STRESLE, İLERİYE DÖNÜK ENDİŞELERLE..
Benim yaptığım bu.. bu yüzden o uyku bana yetmiyor.
O kaygılar benimle geliyor ve uykumda sürekli bir FAALİYET VAR. Öyle iyi biliyorum ki, o alarm çaldığında resmen yarım kalıyor uykumdaki faaliyet. Beden uykuda ama zihin öyle bir faaliyette ki.. O halde nasıl yetsin???? Uykuda da dinlenemiyor zihnim çünkü… kaygıların yarattığı bir şeylerle meşgul yani…
ENDİŞESİZ bir zihnin içinde olduğu VÜCUT 4-5 saatlik uykuyla yetinir bence…