Büyürken olan bitenler..

Sevgili oğlumun Eylül başından beri gayet düzenli giden okul hayatı sayesinde benim de keyfim yerinde. Ondaki son gelişmeler ile ilgili bir mesaj yazmak istiyordum sanırım tam zamanı.

Aslında ne kadar uzun zamandır Can’ın büyürken yaşadıkları ile ilgili yazı yazmadığımı farkettim. Şimdi eksikler-unuttuklarım olsa da yazmalıyım, zaman akıp gidiyor zira..

Tatillerden sonra anaokuluna Eylül başındaki tekrar başlayışımız korktuğum gibi olmadı, adaptasyon süreci yaşamadan keyifle başladı okula. Nisan’da başlayan bu maceramız o zamana kadar sıkıntılı geçmişti ve ben oğlumun bu okul olayından ne kadar keyif alabileceğine dair hiçbir olumlu fikir geliştiremez hale gelmiştim. Muhtemel bir ameliyatla sonuçlanacak olan kbb şikayetlerimiz de okulla birlikte başlamıştı. Derken doktorumuzun “lütfen ilaç kullanırken okula göndermeyin” tavsiyesi benim tüm düzenimi altüst etti. Tamam dedik dayanalım dedik ama çalışan bir kadın ne kadar dayanabilir ki böyle bir duruma.. Anneanne, babaanne yardımcı oldular ama serbest kalıp işe gittiğim zamanlarda bile konsantre olamadım işime. Ve Temmuz ayının sonlarına doğru, tatile gidene kadar geçen bu süreçte, hiç de pozitif bir başlangıç yapmamış olduk ana okuluna. Bu birkaç aylık süreç benim için tam bir fedakarlık süreciydi, bunu yaptım ve artık yeter dedim.. Bu çocuk hasta olabilir gerekiyorsa ameliyat da olabilir ama artık yeter, ateşi olmadığı sürece ilaç alırken de olsa bu çocuk okula gidecek kararını aldım. Ve tatiller geldi geçti.. Şu anda inanamayacağım kadar okulunu seviyor, sabahları keyifle kalkıyor hazırlanıyor ve gülerek okula gidiyor.. Gerçekten herkes söylüyordu bunun böyle olacağını ama ben tahmin edemiyordum..

Artık evde bakıcısıyla oyunlar oynayan annesinin kuzusu Can değil o, artık büyüdüğünü artık gerçekten anneden kopmaya başladığını görüyorum. İşte bu kopuşun sağlıklı olabilmesi için elimden gelen herşeyi yapmakla birlikte, herşeyin olacağına vardığını da gördüm. Ne yapasam yapayım yaşayacağı şeyleri yaşadı. Bu dönemin en büyük dersi benim için -çocukluk döneminin travma veya adına ne derseniz deyin, yaşamadan aşılamayacağı, zira bunun hayatın bir gereği olduğunu- görmekti. Evet bu bir gereklilik. Bunu engelleyemezsiniz ama çocuk düştüğü zaman nasıl kalkacağını ona gösterebilirsiniz. Hayatımdaki idrakler arasında en kıymetlilerinden birisi bunu idrak etmek oldu. Üzüntü, korku, hayal kırıklığı olmadan bir çocuk büyüyemiyor illaki az veya çok olacak, bütün hayatı boyunca da olacak, tek yapılacak şey bütün bunları olduğu gibi kabul etmek -çünkü kabul etmemek/engellemeye çalışmak tam tersi çocuğun ondan kaçınmasına onu kötü bir şeymiş gibi öğrenmesine sebep oluyor-

Herhangi bir şeye üzüldüğü zaman ağlamasını olduğu gibi kabul ediyorum artık. Eskiden neden ağladığını araştırıp, onu düzeltmeye çalışırdım. Ağlama olayını reddetmekti bu. Ağlama kötü bir şeydir, ağlamaktan kaçınmak gerekir vs. çocuğa öğrettiğim buydu. Veya ağladığı şey ne ise onu reddediyordum. Değiştirmeye pozitife çevirmeye çalışıyordum. Şimdi yaptığım ise, ağladığı şeyi ve ağlama olayını olduğu şekliyle kabul etmek. Ve duygusu her ne ise onu olduğu şekliyle kabul etmek.

Oyuncağını birisi aldı..”paylaşmak istemiyordun değil mi?” diyorum ve onda bu duyguyu kabul ediyorum.. Ona paylaşmanın güzelliklerinden bahsetmiyorum.

Pepe seğrederken babası konuşmak istiyor, can ağlamaya başlıyor.. “pepeyi izlerken kimse seni rahatsız etmesin istiyorsun değil mi?” diyorum ve onda bu duyguyu kabul ediyorum.. “buna da ağlanır mı Can” demiyorum.

Her türlü negatif duygusunu olduğu şekliyle kabul etmek onu rahatlatıyor ve hemen sakinleşiyor. Veya sakinleşmiyor daha da çok ağlamaya başlıyor. O zaman anlıyorum ki başka şeyler de vardı dökemediği içinde kalmış.. onları da çıkartıyor o zaman.. İçine bu kötü, bundan uzak durmalıyım bilgisini yerleştirmiyorum. Böylece her türlü duygu geliyor ve geçiyor. Her türlü duygu içte yer etmiyor. Eğer bu yerleşirse ondan kaçmak isteği doğar ve ona ait bir çekim alanı oluşturmuş olur.

Can’ın gelişimine dönersek, artık kendi yemeklerini tamamen kendisi yiyor ve bunu okulda öğrendi. Artık okuldaki öğretmenleriyle sarmaş dolaş şımarabiliyor. Okulda yapılan konuşmalara burnunu sokuyor, her konuşulana yorumlar yapıyor, espri yapıyor, kendini rahatça ifade edebiliyor. Bütün bunlar bir mucize gibi.

İtiraf etmeliyim ki, onu okula başlattığım ilk aylarda, orada kötü bir şey yaşamasından korkar şekilde götürüp getiriyordum. O zamanlar “aman düşmesin” modunda yaşıyordum. Ebru bana hatırlattı “illa ki de düşecek bunu engelleyemezsin… ama düştüğü zaman kolayca kalkabilmesini sağlayabilirsin”.

Düşeceğini kabullenmek belki basit bir bilgi olarak çok kolay, ama bunu içsel bir bilgi haline getirebilmek o kadar kolay değil..

Benim bu biçimde rahatlamış olmamın da oğlumda etkisi mutlaka oldu diye düşünüyorum. İkimiz de artık rahatız. Sabiha Paktuna’nın muhteşem ifadelerini hatırlıyorum, çocuk kendisini annesi ile bir tutuyor, annesi ne ise kendisi de o onun için.. çocuk beyni ve gelişimi gerçekten bir değil birçok hayatı bu uğurda feda edebileceğin bir araştırma alanı…

Önerilen makaleler

Bir cevap yazın