İlk Waldorf Okulu 19919da Stuttgart-Almayna’da Rudolf Steinar tarafından kurulmuş. (Rudolf Steiner 1864-1925 yılları arasında yaşamış Avusturyalı bir filozof, bilimadamı)

Tarhan Onur’un Buğday dergisinde yazdığı yazıdan bir bölümü paylaşmak istiyorum:
Steiner, “Çocukken duyu izlenimleri soluk almak gibidir. Soluk vermeye denk düşen edim ise taklittir,” diyor. İlk yıllarda her şey oyun, her nesne oyuncaktır aslında. Çocuk yürümeyi de konuşmayı da taklit ederek öğrenir. Önünde ayakta dik duran ve uzamda ileri hareket eden örnekler olmasa çocuğun yürümeyi öğrenemediği, geçen yüzyılda Uzakdoğu’da bulunan kurtların yetiştirdiği çocuklar sayesinde kanıtlanmıştır. Yürüme hareketleriyle birlikte konuşma organı da gelişir. Artık her şeyi adlandırmaya başlar ve çocukta nesne ve nesnenin adı iki ayrı kanalda kaydedilir. Bu da çevreye ve nesnelere ilk mesafe kazanmanın başlangıcıdır.
Ve böylece üç yaş civarında “ben” duygusu gelişir. Bu dönemde çocuğun beyni uygun oyuncaklarla uyarıldığında, fantezisi harekete geçirilir. Fanteziyi beslemenin yolu, çocuğun eline bitmiş, her şeyiyle dört dörtlük oyuncaklar vermemekten geçer. O nedenle, birkaç çaput parçasıyla yapılmış bir bebek, ağlayan, konuşan, yürüyen bir bebekten daha elverişlidir. Çocuk oyun sırasında bütün benliğiyle oradadır. Büyüklerde eksik olan “şimdi ve burada” duygusu içindedir. Çocuğa zaman tanımalı, deneylerde bulunması sabır ve şefkatle desteklenmelidir. Bir kibrit kutusu, çocuk için herşey olabilir; gemidir, arabadır, uçaktır. Nesneye o an denemek istediği ve uyum sağlamak istediği koşullara göre anlam verir. Oyunu bittiğinde ise, o yine bir kibrit kutusudur. Bu, zekânın ve bilincin gelişmesinin de temel öğelerinden biridir.
Fantezi çocuğa, var olanın ötesine geçmek ve kendi yapıp etmesiyle olabilecekleri biçimlendirmek gücü verir. Böylece taklit ve oyun yoluyla deneyimlediği nesneler ve durumlar sonucu ortaya çıkan imgelerin, zihnini faaliyete geçirmesiyle, onları karşılaştırır, birbiriyle bağlantıya sokar veya belli niteliklere göre ayırır. Bütün bu izlenimlerin hammaddesi nesne ve ortam bilgisine dönüşür. İşte çocuk, ancak bu oyunlarla edindiği tecrübeler, geliştirdiği duygular ve düşünceler sayesinde zamanla sonra bir toplumsal varlığa dönüşür. Oyun ve taklit çocuğu içine doğduğu toplumun bir bireyi haline getirir. Bu arada büyülü yıllar denen yedi yıllık süre geçer ve kalıcı dişlerin çıkmasıyla, korunmalı aile ortamından okula gitme zamanı gelir.
Steiner, ilk okul yıllarında da derslerin daima oyunla karışık biçimlendirilmesini salık veriyor. Gündelik ders ritminin tıpkı soluk alıp verme ritmi gibi, belli bir ders konusuna yoğunlaşma ile, çocuğun tüm bedeni ve duygularıyla hareket halinde var olabildiği oyunla ritmik biçimde çeşitlendirilmesini istiyor. Yoğunlaşma soğuktur, oysa oyuna duygusal-bedensel katılım organizmayı ısıtır. Öğrenme süreciyle sindirim arasında bu bakımdan paralellik vardır. Öğrenilenin sindirilmesiyle bellek oluşur. Okulda masalların, destanların sınıfta herkesin katılımıyla oynandığında çok daha kolay öğrenildiğini ve çocuğun ritim duygusunu besleyen koro çalışmaları, her ünlü ve ünsüz harfin kendine özgü hareketleri olan Eurythmie ile duygusal-ruhsal yaşamın esneklik, canlılık ve uyum kazandığını söylüyor.

Önerilen makaleler

Bir cevap yazın